1422 yılı, Recep ayının 21’iydi. Yani 9 Ekim 2001. Cavit İkbal ile suç ortağı Sacit, Pakistan’ın Lahor kentindeki Kot Lakpat cezaevindeki hücrelerinde ölü bulundular.
Açılan soruşturmadan bir şey çıkmadı. Her iki mahkûmun sonu, kayıtlara "intihar" diye geçti. Kendilerini asmasalardı eğer, zincirle boğulacak, parçalanacak ve asit dolu bir fıçıya atılacaklardı. Yargıç Bakşi karar vermişti, nasıl öldürdülerse, öyle öleceklerdi.
Pakistan’da Cavit İkbal çok. Kriket oyuncusu Cavit İkbal, cerrah Cavit İkbal, kimyacı Cavit İkbal, baro başkanı Cavit İkbal ve daha niceleri. Lahorlu Cavit İkbal, saydıklarım kadar ünlü biri değildi. Sessiz, sakin, kendi halinde yaşayıp giderken -ya da öyle sanılırken- sokaklarda yaşayan üç çocuğun saldırısına uğradı, adamakıllı dayak yediği yetmiyormuş gibi, parası da çalındı.
Lahor polisinin işi başından aşkındı. 7 milyon nüfuslu kentin uyuşturucu kaçakçıları, göçmenleri, çeteleriyle uğraşırken, Cavit İkbal’in şikayet dilekçesini ihmal etti. Çünkü Lahor polisi, yaşları 8 ile 15 arasında değişen, kimi evden kaçmış, kimi kovulmuş 5 bin kadar çocuğun kent sokaklarında çöp karıştırarak yaşamını sürdürmeye çalıştığını, Data Darbar Camii ile tren istasyonunun etrafında, yırtık bezler üzerinde birbirine sarılarak geceyi geçirdiğini, eroin kuryesi olarak kullanıldığını, hatta bazılarının köprü altlarında ya da kent dışındaki pis otellerde vücudunu satarak saatte 500 rupi (12 YTL) kazandığını gayet iyi biliyordu.
Dilekçeyi bir dosyaya kaldırırken "Cavit İkbal, ölmediğine şükretsin" diye düşündü Ravi sokağı karakolunun memuru. Çocukların dünyasına adım atan, daha sonra parası çalınan, dövülen, öldürülen, ancak failleri bulunamayan o kadar çok kişi vardı ki, hangi birini soruşturacaklardı. Cavit İkbal bir süre bekledi. Baktı polisten ses çıkmıyor, "Bunun acısını çıkartmayı bilirim" dedi ve intikam almaya yemin etti.
GÜLER YÜZLÜ, İYİ KALPLİ
Tam orta yerinde, Pakistan’ın özgürlüğünü simgeleyen 60 metrelik ünlü minaresiyle İkbal Parkı, çevresindeki baharat kokulu çarşı ve hemen yakınındaki 400 yıllık Badşahi Camii’nin dev avlusunda, Pencabiler, muhacirler, Peştunlar ve turistlerin arasında, bir o yana, bir bu yana koşuşturan küçük haşarı oğlanlar, kiminden rupi, kiminden roti dilenir.
Esnaf, bir süredir hemen her gün buralarda dolaşıp küçük yaramazları sevindiren, bazen ellerine bir-iki teklik tutuşturan, bazan karınlarını doyurmak için eve çağıran, gözlüklü, güler yüzlü, temiz giyimli, 40 yaşlarındaki iyi kalpli adama duacıydı.
Gerçi, ne iş yaptığını bilen yoktu. "Gazeteci" diyen de vardı, "sosyal hizmet uzmanı" da. İki kez boşanıp, iki de çocuğu olduğu, az ötedeki Ravi Sokağı’nda bir yerlerde tek başına oturduğu söyleniyordu. Zaten arada bir, yanında hizmetçi olarak çalıştıracağı 10-15 yaşlarında bir çocuk aramasının nedeni de, herhalde bu yalnızlığıydı. Yaşlı ve yalnız bir Pakistanlının ayak işlerini gençten birine gördürmesi çok doğaldı. Zaten Pakistan Ulusal Çocuk Hakları Birliği’nin 1997’de, ülkenin bu yöresinde oturanlar arasında yaptığı ankette de, genç erkeğin yaşlıya hizmetini, sosyal statü göstergesi kabul edenler çoğunluktaydı.
Her neyse, bunların hiç önemi yoktu. Güler yüzlü adam geldiğinde, çocuklar etrafına üşüşüyor ve kimseyi rahatsız etmiyorlardı ya, esas olan buydu. Ancak, iki günde bir, yeni bir yardımcı aramasına bakılırsa, anlaşılan pek geçimsiz biriydi.
ACIMASIZ BİR İNTİKAM
1999 yılı Kasım ayının ortalarına doğru, yanında gençten birisiyle İkbal Parkı’na gelen güler yüzlü adam, oyun oynayan kardeşler İcaz’la Riyaz’a yanaştı. Bacak masajı için 50 rupi ödeyeceğini söyledi. Mutluluktan uçan çocuklar onların peşi sıra, daracık sokaklardan geçerek Ravi Nehri kıyısındaki, yüksek tavanlı, demir parmaklıklı, üç odalı, yarı karanlık, garip kokulu eve gittiler. Bir yandan çocuklarla uzun uzun konuşan, nerede oturduklarını, babalarının ne iş yaptığını soran güler yüzlü adam, diğer yandan elindeki deftere notlar alıyordu. Bir süre sonra kardeşlerden küçüğünün gitmesini istedi ve elindeki defterde, İcaz’ın adının yanına 98 diye not düştü. Cavit İkbal’in, çocuklarını sokaklara bırakan, onları suç işlemeye iten, ortadan kaybolduklarının farkına bile varmayan ailelerden hedeflediği intikamı almasına sadece iki çocuk kalmıştı.
Cavit İkbal çok sabırlıydı. Etler çabuk yok oluyordu da, saçlarla kemiklerin erimesi biraz zaman alıyordu. Hesabına göre, bir çocuğa 120 rupilik (yaklaşık 3 YTL) asit yetiyordu. Önceleri fıçıdakileri pis su kanalına boşaltmış, komşular kokudan rahatsız olunca, Ravi nehrine dökmeye başlamıştı.
ASİT FIÇISINDAKİ ÇOCUKLAR
Beş ay boyunca bir değil, iki değil, tam 100 küçük erkek çocuk, tıpkı Fareli Köyün Kavalcısı masalındaki gibi, iyi kalpli, temiz giyimli, güler yüzlü, gözlüklü adamın ardından Ravi Sokağı’ndaki eve gitti ve bir daha geri dönemedi. Kimse onları aramadı, kimse ortadan kaybolduklarını fark etmedi. Ta 1999 Kasım’ının son haftasında, Urdu dilinde yayınlanan günlük Jang gazetesinin Lahor’daki bürosuna bir paket bırakılıncaya kadar.
Paketin içinden bir mektup ve onlarca erkek çocuk fotoğrafı çıktı. "Ben Cavit İkbal" diye başlıyordu mektup. "Çocukları öldürmeden önce, fotoğraflarını çektim, uyku ilacı verip uyuttum, her birine tecavüz ettim ve öldürdüm. Her şeyi günlüğüme not ettim. Bu mektubun aynısını ve fotoğrafların bir bölümünü polise de gönderdim. İsteseydim 100 değil, 500 çocuk öldürürdüm. Artık isyan ediyorum. Boynuma taş bağlayıp Ravi Nehri’ne atlayacağım."
Cavit İkbal’in polise gönderdiği mektup, ilk dilekçesine benzer şekilde ciddiye alınmadı. Bu nedenle gazeteciler, Ravi Sokağı’ndaki üç odalı eve onlardan önce vardı. Yerdeki kan lekelerini, demir zinciri, duvardaki avuç izlerini, çöp torbalarına doldurulmuş onlarca küçük ayakkabıyı, bir de genizlerini yakan, gözlerini yaşartan garip buharın çıktığı fıçıyı gördüler. Hemen yanıbaşında "Son ikisini atmadım. Hálá içindeler" diye bir not vardı. Ertesi sabah, Jang gazetesi, olay yeri fotoğraflarını, Cavit İkbal’in mektubunu ve onun çektiği, kimi merak, kimi korkuyla bakan birkaç çocuğun fotoğrafını yayınladı. Küçük Riyaz, ağabeyi İcaz’ın fotoğrafını gazetede gördü. Üzerinde 98 yazıyordu.
BİR ADLİ BİLİM MUCİZESİ
Lahorlu Cavit İkbal’in aklına asit işi nereden düştü bilemem. Ancak ondan yıllar önce, kurbanlarını asitle yok eden başkaları da var. Örneğin, Marsilyalı avukat Georges-Alexandre Sarrejani ya da Asitli Vampir adıyla ünlenen ve yakalanması bir "adli bilim mucizesi" olarak kabul edilen İngiliz John George Haigh gibi.
Haigh, gazete okumayı bile günah sayan bir ailenin çocuğuydu. Eğitimini üstün başarılarla bitirdi. 1930’larda basit bir sahtecilikten ilk kez hapse düştüğünde, sülfat asidinin nimetlerini öğrendi. Hatta aside atılan sıçanların yarım saatte yok olup gittiğini kendi gözleriyle de gördü. Cezaevinden çıktığında, çalışarak bir yere varamayacağına çoktan karar vermişti. Zengin ve orta yaşlı kadınları baştan çıkartmaya, paraları bittikten sonra öldürmeye, cesetlerini sülfat asitli bidonlara atıp, oluşan çamuru bahçeye dökmeye başladı. Haigh’in son kurbanı dul Bayan Olivia Durand-Dencon’du.
Kadının ortadan kaybolması üzerine, bazı sorular sormak üzere Haigh’in Londra’da Gloucester sokağı 79 numaradaki evine gönderilen polis memuru, yanına arkadaşı adli patolog Dr. Keith Simpson’u almasaydı, kim bilir daha kaç kadın çamurlaşacaktı.
Polis memuru Haigh ile konuşurken bahçede dolanan doktorun gözüne kiraz tanesi büyüklüğünde bir taş takıldı. Dikkatsiz birinin kolayca çakıl taşı sanacağı cisim, aslında bir safra kesesi taşıydı. Ertesi gün doktor ve ekibi, bahçeden 250 kilo kadar çamur topladı. İçerisinde insan yağı ve bir diş protezi buldular. Hastane kayıtları incelendiğinde, Bayan Olivia Durand-Dencon’un safra kesesinde taş olduğu ve protez taktığı ortaya çıktı.
Kadının cesedi bulunamamış olsa da, bu deliller, 6 Ağustos 1949’da Haigh’i, Londra’nın güneyindeki Wandsworth cezaevinin darağacına götürmeye yetti. Aslında John George Haigh, dört kadını öldürdüğünü ve iddia edildiği gibi kanlarını içmediğini söyleyip durdu. Ancak jüri, onu o yıllarda ortadan kaybolan başka dört kadının daha ölümünden sorumlu tuttuğu gibi, gazeteler de, ısrarla fincanla kan içtiğini yazdı. Bu nedenle adı, seri katiller dünyasında, "Asitli Vampir" olarak kaldı.
Polis bulamayınca, gazetecilere teslim oldu
Lahor polisi Cavit İkbal’in mektubunda yazdığı gibi boynuna taş bağlayıp nehre atladığını düşündü. Gece gündüz çalışarak, Ravi Nehri’nin altını üstüne getirdi, bir şey bulamadı. Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürü Tarık Salem Dogar, yüzlerce polis memurunu görevlendirerek, Pakistan tarihinin en büyük insan avını başlattı.
Pencap Adli Bilimler Laboratuvarı’ndan gelen sonuçlar, evdeki fıçıda hidroklorik asit bulunduğunu ve içindeki kemiklerin biri 8, diğeri 15 yaşlarında iki erkek çocuğa ait olduğunu gösterince, katilin 100 çocuğu yok etmek için litrelerce asit satın alması gerektiğinden yola çıkan polis, kimya depolarının peşine düştü ve kısa zamanda İshak Billa ile iki arkadaşına ulaştı.
7 Aralık 1999 sabahı Lahor emniyet müdürlüğünün önünden geçenler, üçüncü kattan aşağıya birinin düştüğüne tanık oldu. Hemen yanına koştular. Ölmüştü, elleri serbestti. Bu, o saatlerde sorgulanan İshak Billa’dan başkası değildi. Lahor adli tabibinin raporu, işkence belirtilerini sıralayınca, sorgusuna katılan üç polis memuru tutuklandı. Gazeteler, Billa’nın konuşamadan öldüğünü yazdı.
Lahor sokaklarında yüzlerce çocuk, ellerinde pankartlar, Cavit İkbal’i bir türlü bulamayan polisin aleyhinde gösteriler yaptı, karakolları taşladı. Nihayet 30 Aralık 1999 sabahı Cavit İkbal, Jang gazetesinin bürosuna gelerek gazetecilere teslim oldu. Sacit adlı bir gencin, zaman zaman çocukları parçalamakta ve fıçıları nehre taşımakta ona yardım ettiğini anlattı.
12 İNTİHAR TEŞEBBÜSÜ
Cavit’le Sacit’in davası 8 Şubat 2000’de başladı. 98 numaralı fotoğraftaki İcaz’ın kardeşi Riyaz’ı ve daha pek çok tanığı dinleyen yargıç Bukşi Ranja, 16 Mart günü her ikisini ölüme mahkûm etti. Kendisine her söz verilişinde ailelerin ilgisizliği, polisin beceriksizliği, adalet sisteminin çürümüşlüğü ve esas kurbanın kendisi olduğundan bahseden Cavit İkbal ile suç ortağı, öldürdükleri gibi öleceklerdi. Kurbanların boğulduğu zincirle boğulacak, parçalanıp, aside atılacak ve bütün bunları, öldürdükleri 100 çocuğun ailesi seyredecekti.
Pakistan’ın ilk seri katili Cavit İkbal, akıl hastası olduğunu ileri süren avukatının üst mahkemelere yaptığı itirazları boyunca, Kot Lakpat cezaevindeki hücresinde 12 kez intihara teşebbüs etti. 9 Ekim 2001 günü, o ve 20 yaşındaki suç ortağı Sacit, ülke genelinde kendileri gibi idamı bekleyen, 20 kadarı kadın, yaklaşık 5 bin Pakistanlı arasından sıyrıldılar ve aynı gün, aynı saatte, iki ayrı hücrede, kendilerini çarşafla asmayı başardılar. Her ikisinin otopsisinde yaygın darp ve cebir izleri bulundu. Onlara engel olmayan ve cezaevi müdürü gelmeden boyunlarındaki çarşafları çözen iki gardiyan, ihmalleri nedeniyle hálá yargılanıyor ve Lahor sokakları hálá, 15 yaşından küçük nüfusun 30 milyonu bulduğu Pakistan’ın, İslamabad, Karaçi ve daha nice kentinin sokakları gibi, birkaç rupi ya da bir parça sıcak roti ile mercimek için Cavit İkbal’lerin peşinden gidebilecek binlerce çocuk barındırıyor.