Şu sıralar, Viyana’daki Mozart heyecanı biraz durulmuş gibi.
Gerçi, maraton sırasında bile sokak hoparlörlerinden senfoniler yayınlanıyordu ama, Sigmund Freud’un 150. doğum yıldönümü kutlamalarına, ayrıca Avrupa Birliği ile Latin Amerika ve Karayip ülkeleri başkanlarının zirvesine ilgi büyük. 11 Mayıs 2006 akşamı Teknik Müze’de, Peru Devlet Başkanı’nın verdiği davetteydim. Dr. Alejandro Toledo Manrique, AB-LAK zirvesini fırsat bilmiş, yanında hem zarif eşi, Fransız antropolog Eliane’ı, hem de 500 yaşında, 12 Bulut Adam getirmişti. Halkının geçmişini aydınlatacak bilimi arıyordu.
9. yüzyılda, bir grup Amazon yerlisi, göller ve nehirlerin arasındaki yüksek dağlara doğru göç ederek, bugünkü Peru’nun kuzeydoğusuna yerleştiler. 600 yıl sonra, (Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u aldığı sıralarda) topraklarını genişletmek üzere buralara gelen İnkalar, yaz kış, sisin kalkmadığı bölge insanlarına Saça Puya, yani "Bulut Adamlar" adını verdiler. Dağdakilerin elinde, İnka ritüellerinin vazgeçilmez koka yaprakları, ayrıca iri, yırtıcı kuşların gözalıcı renkte tüyleri vardı. Mısır piramitlerinin üç katı taş kullanarak yaptıkları Kuelap Kalesi içindeki 400 kadar evde oturan Bulut Adamlar, yıllarca İnkalara direndiler. 1492’de Yeni Dünya’ya ayak basan bir avuç İspanyol, önce Aztek, sonra İnka medeniyetlerini yok etti. Kısa bir süre sonra, Bulut Adamlar’dan da geriye kimse kalmadı.
KONDORLARI SEYREDEN KIRMIZI MEZARLAR
Aradan asırlar geçti. Bir zamanlar Bulut Adamlar’ın yaşadığı dağlık bölgede, Perulu bir çiftlik sahibi, sığırlarına daha geniş otlaklar yaratmak istedi. Yakınlardaki Leymebamba Köyü’nden işçiler topladı. Kanat açıklığı 3.5 metreyi bulan tepeli akbaba kondorların üzerinde süzüldüğü, Condores Gölü’nün etrafındaki ağaçları kestirmeye başladı.
Ağaçlar birer birer düştükçe, gölün üzerindeki sis kalktı. Yağmurlu bir ekim sabahı işçiler, sis yüzünden yüzyıllardır görülmeyen, sarp yamaçlardaki kırmızı boyalı mezarları fark ettiler. Göle bakan pencereli mezarlara, tavandaki delikten girdiklerinde, takvim, 1996 yılını gösteriyordu.
İşte Başkan Toledo ile birlikte Viyana’ya gelenler, Peru Biyoantropoloji Vakfı Başkanı, ünlü arkeolog Dr. Sonia Guilen’in bu mezarlardan çıkarttığı 200 kadar Bulut Adam mumyasından 12’si. Ayrıca koka yapraklarının konduğu kaplar, farklı kalınlık ve renkte sicimlere, henüz çözülememiş bir şifre ile düğüm atılarak yazılan "kipu" mektupları, iki de kedi mumyası. Hepsi üç ay boyunca Teknik Müze’de kalacak.
EN USTA MUMYACILAR MISIRLILAR
Ender olmakla birlikte, kimi zaman ölü insan ve hayvan bedenleri, bulundukları koşulların bakteri ve mantarların çoğalmasına elverişli olmaması nedeniyle çürümez, mumyalaşır. Kuru ve sıcak çöller, dondurucu soğuk bölgeler, suları asitli ve oksijensiz bataklıklar, binlerce yıllık geçmişten günümüze neredeyse hiç bozulmadan kalan mumyaların bulunduğu yerler.
1991’de Avusturya Alpleri’nde, Helmut ve Erika Simon’un rastladığı Buzadam Ötzi, 5300 yıldır orada, yüzükoyun yatmaktaydı. Kuzey Avrupa ülkelerinin bataklıklarından çıkan binden fazla cesedin pek çoğunun yaşı, cinsiyeti, nasıl öldüğü ya da öldürüldüğü bir yana, yedikleri son yemeği bile belirlemek mümkün oldu. Bunlardan biri, 10 bin yıldır bataklıktaydı.
Ancak bugüne değin bulunan hiçbir mumya, İnkaların 500 yıl önce dağ tanrılarına kurban ettiği küçük Buz Kız Juanita kadar bilime hizmet etmedi, dense yeridir. Buz Kız’ın mtDNA’sı, Asyalıların, Sibirya’nın en ucundaki Bering Boğazı’nı geçerek önce Alaska’ya, oradan da güneye göç ettiğini gösterdi.
Bir de ölümsüzlüğü insan eliyle yakalamaya çalışan mumyacılar var. En ustaları hiç kuşkusuz, İsa’nın doğumundan 2600 yıl öncesinden başlayarak 3 bin yıl boyunca bu işi yapan Mısırlılar.
Her kıtada ilgi görmüş mumyalamayı, Bulut Adamlar, düşmanları İnkalardan öğrenmişler. Bir kancayla sindirim organlarını anüsten dışarı çekmiş, burayı bezle tıkamış ve cenazeyi kurusun diye güneşe bırakmışlar. Cenin pozisyonuna getirebilmek için de kemiklerini kırmış, ayak bileklerini baldırlara, el bileklerini boyna bağlamış, sonra her yanını kırmızıya boyamışlar. (Boyayı, Arrabidaea chica adlı bir ağacın yapraklarından elde ettikleri 2003 yılında anlaşıldı. İçerisine bakterilerin çoğalmasını engelleyen başka bir kimyasal katıp katmadıkları, henüz bilinmiyor). Üzerlerine birkaç kat alpaka yününden dokunmuş, turuncu ve kırmızı renkte kumaşlar dolamış, açılmasın diye, enine boyuna iple bağlayarak, sıkıca paketlemişler.
Viyana’ya gelen Bulut Adamlar’ın 500 yıl kadar önce bu işlemden geçtiği sanılıyor. Ancak Peru Başkanı, radyokarbon tarihleme yöntemi ile ne zaman öldüklerinin kesin olarak bulunmasını istiyor. Viyana Üniversitesi İzotop Araştırmaları ve Çekirdek Fiziği bölümündeki hızlandırıcılı kütle spektrometresi VERA, bu amaçla mumyaların C14 atomlarını sayacak (dünya genelinde VERA benzeri sayım gereci olan laboratuvar sayısı 30 kadar).
RADYOKARBON TARİHLENDİRMESİ
Arkeoloji, jeoloji, jeofizik ve bilimin daha pek çok alanında, organik yapılı kalıntıların yaşı belirlenmek istendiğinde, ilk başvurulan yöntem, "Karbon-14" (radyokarbon) tekniğidir. 50 bin yıl geriye kadar tarihlendirme yapabilen yöntemi, II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Chicago Üniversitesi’nden fizikokimyacı Willard Frank Libby bulmuş, 1960 Kimya Nobeli’ni almıştı. 50’lerden bu yana, ağaç parçalarından, kurumuş bitkilere, tahıl taneleri ve dokuma parçalarından, besin ve dışkı artıklarına kadar değişik buluntuların ve tabii insan kemikleri ile mumyaların tarihlendirilmesinde kullanılıyor.
Radyokarbon tarihlendirmesinin prensibi basit. Atmosferdeki karbondioksit gazı, yüzde 98.9 oranında kararlı karbon-12 ve trilyonda bir kadar kararsız karbon-14 izotopu içerir. Bu karışım, fotosentez yoluyla bitkilere, oradan da insan ve hayvanlara geçtiğinden, tüm canlılarda C14’ün C12’ye oranı aynıdır. Ölümle birlikte, solunum durur. Organizmaya yeni karbondioksit girmez. C12’ler kararlı olduğundan düzeyleri değişmeden kalır. C14’ler ise kararsız olduğundan azalmaya başlar. İşte Viyana’daki VERA gibi gereçler, kalan C14’leri ölçüyor. Azalmanın hızı ve hangi zaman diliminde, atmosferde ne kadar C14 olduğu bilindiğinden, geri hesap yapılarak, canlılığın ne zaman sona erdiği hesaplanıyor.
SANAL OTOPSİDE PORTRELERİ ÇIKACAK
Arkeolog Dr. Sonia Guillen, daha Peru’dayken Bulut Adamlar’ın röntgenini çekmiş. Ona göre bazılarının kafasında kırık var. Şimdi Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bölümü’nde, yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografileri çekilecek, böylelikle yüzlerce farklı açıdan gönderilen elektromanyetik dalgalar yardımıyla, bedenlerinin her noktasının üç boyutlu görüntüleri elde edilebilecek. Üstelik bu iş, Bulut Adamlar’ın paketi bozulmadan yapılabilecek.
Sanal otopsi yardımıyla bir yandan ölüm nedenleri anlaşılacak, diğer yandan tıpkı 2005’te, Mısır Firavunu Tutankamun’a yapıldığı gibi, portreleri bilgisayar ekranında görülebilecek. Viyana Teknik Müzesi’ne bir tomografi gereci konmuş olsa da, sadece eğitim amaçlı. Bulut adamlar CAT scan için üniversiteye götürülecek. Bu sırada iki kedi mumyası da onlara eşlik edecek.
BULUT ADAMLAR KOKAİN KULLANDILAR MI?
Peru’dan misafir gelir de, 500 yıl önce ne yiyip ne içtiği ve elbette koka yaprağı çiğneyip çiğnemediği merak edilmez mi? Birleşmiş Milletler’deki görevimde birlikte çalıştığım Doç. Dr. Rainer Wolfgang Schmid, Viyana Üniversitesi’nin Klinik Kimya Bölümü’ndeki sıvı kromatografisi-kütle spektrometrisini Teknik Müze’ye taşımış bile. İnanmayacaksınız ama, İnorganik Kimya Bölümü’nün ICP-TOF kütlesi, ayrıca İnnsbruck Üniversitesi’nin Analitik ve Radyo-Kimya Bölümü’nün MALDI-TOF lazerli kütlesi de, başında bekleyen uzmanları ile müzede. Bulut Adamların’ın saç örnekleri müzede alınacak, ziyaretçilerin önünde incelenecek. Aslında ağustos başına kadar sürecek serginin asıl amacı da bu. Temel bilimlerin arkeolojiye nasıl destek verdiğini göstermek.
1991’de Şili’de bulunan mumyaların saçında benzoilekgonine, yani koka yıkım ürününe rastlanmıştı. Büyük bir olasılıkla, Erythroxilon Coca bitkisinin esas yetiştiği dağların yerlileri olan Bulut Adamlar’da da çıkacak.
BULUT ADAMLAR’DA DNA İNCELENMEYECEK
Bulut Adamların nefes borusundan içeriye hareketli bir boru sokarak akciğerlerini inceleyen Dr. Sonia Guillen, veremden şüphelenmiş. Bu şüpheyi DNA analizleri ile gidermek mümkün. Ancak Viyana’da talibi yok. Halbuki Minnesota Üniversitesi Paleobiyoloji laboratuvarından Arthur C. Aufderheide ve ekibi, Bulut Adamlar’ın güney komşuları İnkaların mumyalarında, Mycobacterium tuberculosis DNA’sını bularak, verem mikrobu taşıdıklarını kanıtlamıştı. Son yıllarda moleküler düzeyde paleomikrobiyoloji, yani eski canlı kalıntılarında bakteri, virüs ve parazitlerin, genetik özelliklerine dayalı tanısı çok ilerledi. Bırakın 500 yıllık olanlarını, 5400 yıllık bir Mısır mumyasının kemiğinde, hatta 17 bin yıllık soyu tükenmiş bizon kemiğinde bile verem mikrobu bulunabiliyor.
Ayrıca Bulut Adamlar, Chagas hastalığının etkeni Trypanosoma Cruzi ile enfekte de olabilirler. Günümüzde 10 milyon Latin Amerikalının T. Cruzi taşıyıcısı olduğu ve siyah-kahverengi "öpen böcekler"le bulaşan (Türkiye’de bulunmuyorlar) bu hastalık yüzünden, önemli bir bölümünün daha çocukken kalp yetmezliğinden öleceği biliniyor. 2004 yılında Peru’nun güneyindeki Atacama Çölü’nden çıkan 283 mumyanın yarıya yakınında, T. Cruzi DNA’sı bulundu. Aralarında 9 bin yıllık olanlar da vardı.
Bunların deri parçalarında, Oroya Ateşi’ne yol açan Bartonella bacilliformis DNA’sı da bulundu. Bulut Adamlar, bu hastalığı da taşıyor olabilirler. Ne yazık ki Avusturya üniversitelerinden hiç kimse ne Bulut Adamlar’ın, ne de kedilerinin yumuşak dokularında, kemik ve dişlerinde paleomikrobiyolojik DNA analizi yapacak.
Dikkatimi çeken bir başka eksiklik, mumyaların aralarındaki akrabalık ilişkilerini ve şimdiki Latin Amerika toplulukları ile olan genetik ortaklılarını belirleyecek mtDNA ya da sadece erkeklerde bulunan Y-kromozom DNA analizlerinin bile düşünülmemesi. Anlaşılan Avusturyalılar, Mozart’ın kafatasında DNA analizi yapacağız diye ortaya çıkıp başaramayınca, yoğurdu üfleyerek yiyorlar.
Fatih Sultan Mehmed de, Atatürk de tahnitlenmişti
Kimi eski toplumlar, ölünün kendi bedeninde, kimileri ise ölünün başka bir bedende dirileceğine inandıklarından, mumyalama işlemini gerçekleştirdiler. Amasya Müzesi’ndeki İlhanlı dönemine ait olduğu iddia edilen 6 mumyanın, Niğde Müzesi’ndeki rahibenin, Karaman Müzesi’ndeki genç kızın, Harput’taki Arap Baba’nın mumyalanma yöntem ve gerekçesini bilmiyorum. Ancak cenaze, hemen toprağa verilemeyecekse, bakteri ve mantarların çoğalmasının, dolayısıyla çürüme ve kokuşmanın, kimyasal maddelerle mutlaka durdurulması gerekir. Osmanlıların tahnit adını verdikleri, günümüzde de bu şekilde tanımladığımız yöntem, aslında mumyalamadan başka bir şey değildir. Kesin ölüm nedeni bilinmeyen Yıldırım Bayezid’in tahnit edilerek Akşehir’de Mahmud Hayranî Türbesi’ne konduğu, Çelebi Sultan Mehmed’in 1421’deki vefatı üzerine tahnit edildiği, böylelikle ölümünün 40 gün halk ve askerden saklanabildiği, ölüm nedeni aydınlanamayan Fatih Sultan Mehmed’in 1481’de Gebze’deki, ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’ın 1566’da Zigetvar’daki otağlarında tahnitlendiği bilinir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de, vefatının ertesi günü, Gülhane Askeri Hastanesi patolojik anatomi profesörü Dr. Lütfü Aksu tarafından tahnitlendiğini unutmamak gerekir.