Balıkların arasında Rolex’li bir ceset

Yetmiş kişiyi dolandırdı, milyonları alıp kaçtı. Korkup birini öldürdü. Biraz adli tıp bilse, biraz da saatlerden anlasa, zor yakalanırdı.

28 Temmuz 1996 sabahı, İngiltere kıyılarından birkaç mil açıkta, kayalık dipli bir yerde ağ topluyorlardı. “Şeytanın bacağını kırdık” dediler. Haftalardır böylesine zorlanmamışlardı. Balıklar tekneye dökülürken, önce Danfort çapayı gördüler, ardından sağ bileğinde saati, kahverengi ayakkabıları, yeşil pantolonu, mavi kareli gömleğiyle 40-50 yaşlarındaki, uzun boylu, yapılı adamı. Bir o yana, bir bu yana döndürüp incelediler, üzerinde kimlik aradılar. Pantolon cepleri dışarıdaydı, biri suya atmadan boşaltmıştı anlaşılan. “Gözleri yerinde” dedi Kaptan John Copik oğluna dönerek, “suda fazla kalmış olamaz”. Yüzü tanınmaz haldeki adamı sahil güvenliğe teslim ettiklerinde, saat 16.00’ya geliyordu. Cesetle birlikte çektikleri çapadan söz etmeyi unuttular. Gerisin geri sokuşturdukları pantolon ceplerine ise /images/100/0x0/55ea0f8ff018fbb8f868b040hiç değinmediler. “Neme lazım, bakarsın polis bizi ölü soyuculukla suçlar” demişti, oğul.
Otopsiye giren Dr. Fernanda “Akciğerinde su var, denize düşerken canlıymış, ensesindeki yara öldürücü değil, kalçasının sol yanı, dizinin arkası ezik, ölüm nedeni suda boğulma. Öleli 1-2 hafta oluyor” dedi. “Haklısın” diye yanıtladı Dr. Little, “Ceset, kıyıdan çok uzakta bulunmuş. Güvertede ayağı kaymış, başını bir yere vurmuş, bilincini kaybetmiş, suya yuvarlanmış ve boğulmuş olmalı.” “Olabilir” dedi polis, “ama olmayabilir de.” Ne de olsa, o bir Devon polisiydi, Devon da, Agatha Christie’nin memleketi. “Önce kim olduğunu bulmalıyız. Giysilerin bir özelliği yok. Fotoğrafını göstersek, işe yaramaz. Ne parmakizi, ne DNA’sı veritabanında mevcut. Dövmenin benzerine kimse rastlamamış.” Sağ elinin sırtındaki, uzaktan bakıldığında çınar yaprağı gibi duran, yaklaşıldığında minik yıldızları görünen dövmeden söz ediyordu.

İLK İPUCU OTOPSİ TEKNİSYENİNDEN

Kimi zaman ilk ipucu, beklenmedik bir zamanda, beklenmedik birinin aklına düşer. Dr. Little ile Dr. Fernanda sudan çıkartılan başka bir cesetle uğraşırken, organları tartmakta olan otopsi teknisyeni, “Şu bileğindeki saat vardı ya” dedi “İki hafta kadar önce otopsisini yaptığınız, sağ eli dövmeli adamın kolundaki. Hani 11.35’te durmuş, ayın 22’sini gösteren gümüş renkteki saat. O bir Rolex’ti. Bildiğim kadarıyla, her Rolex’in kendine özgü bir seri numarası olur.”
Buradan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Rolex’in İngiltere’deki temsilciliğinin genel müdürü Henry Hudson, “Saat, 1967 Cenevre yapımı Rolex Oyster Perpetual Chronometer, üç kez servise girmiş, 1977, 1982 ve 1986’da. Sahibi üç ayrı adres vermiş ama, üçü de Harrogate’de, adı Ronald Platt.” bilgisini verdi. Polis, Ronald Platt’ın 22 Mart 1945 doğumlu olduğunu, halen Harrogate’de değil, Chelmsford’da kirada oturduğunu ve en son, 21 Haziran’da, yani ceset denizden çıkarılmadan 5 hafta kadar önce görüldüğünü saptadı. Evi kiralarken, David Davis adlı birini kefil göstermişti. Kayıtlarda kefilin adresi yoktu ama, cep telefonu vardı. Polis mutluydu. Aradan haftalar geçmiş olsa da, en azından Platt’ın öldüğünü haber verecek, cesedi teslim edecek birini bulmuştu, David’i aradı.

POLİS ADRESİ ŞAŞIRDI ÇOK DA İYİ OLDU

“Ronald arkadaşımdı” dedi David. “Haziran sonlarına doğru 2 bin İngiliz lirası verdim, Fransa’ya iş kurmaya gitti.” David, kuvvetli Amerikan aksanı ile İngilizce konuşan, 50’lerinde, uzun boylu, iyi giyimli biriydi. Platt’ın, 60’larda Kanada ordusunda çalıştığını, bir zamanlar Elaine Boyes adlı bir kızla yaşadığını, sağ elinin sırtına Kanada bayrağının üzerindeki çınar yaprağına benzeyen bir dövme yaptırdığını, 20’li yaşlarında annesinin aldığı Rolex’i kolundan hiç çıkartmadığını anlattı. “Aklınıza bir şey gelirse, mutlaka arayın” dedi. Adresini verdi: Chelmsford yakınlarında, Küçük Londra Çiftliği.
Yeşil pantolonuyla sudan çıkan adam, hiç kuşku yok Ronald Platt’tı. Kanada polisi ile irtibata geçildi. Ordu arşivinden temin edilen fotoğrafta, dövmesi ve saatinin görülmesi bir yana, parmakizleri cesedinkileri tuttu, Dr. Hugh Walters, 1963 tarihli diş röntgeninin öleninkilere uyduğunu bildirdi. İyi de Ronald Platt, son görüldüğü 21 Haziran ile, sudan çıktığı 28 Temmuz arasında neredeydi? Polis, David’i ziyaret etmeye karar verdi ve hiç olmayacak, ama çok işe yarayacak bir hata yaptı. Chelmsford yakınlarında, Küçük Londra Çiftliği yerine Küçük Londra Evi’nin kapısını çaldı.
“Yanlış geldiniz” dedi kapıyı açan ihtiyar. “Londra Çiftliği yandaki ev. Kimi arıyorsunuz ki?” Polis kimi aradığını söyledi. “Yine yanlış” dedi adam, “Yandaki evde David Davis değil, üç yıldır Amerikalı Ronald Platt, genç karısı ve iki küçük çocuğu oturuyor. Borsacıdır, iyi kazanır, Devon’da demirli yatı bile var.” Teşekkür etti polis, “Lütfen geldiğimi kimseye söylemeyin” diye tembihleyip gitti. Merkezde gördüğü, adının David Davis olduğunu söyleyen kişi, cesedin kimliğini çalmıştı anlaşılan. Yoksa, başına vurup, suya atan da o muydu? Telefon kayıtlarını istediler.

BORÇLARINI TEMİZLERİM BANA KİMLİĞİNİ BIRAK VE GİT

Elaine Boyes, Amerikalının telefonda konuştuklarından biriydi. “David Davis’i geçen hafta aradım” diye anlattı. “90’ların başında tanıştık. Beni Avrupa’nın değişik kentlerine gönderdi. Koleksiyoncuların elindeki antikaların ve yağlı boya tabloların fotoğraflarını çektim, yanıma verdiği paraları, Fransa ve İsviçre bankalarına yatırdım. O aralar, gençliğini Kanada’da geçirmiş Ronald Platt adlı bir İngilizle birlikteydim. Kredi kartı borçlarını ve vergisini ödeyemeyince başı derde girdi. Üç yıl önce, Davis ona bir zarf verdi. “Üzülmeyin artık, size birer Londra-Calgary bileti aldım. Borçlarını da kapatacağım, gitmeden bana kredi kartlarını, ehliyetini, nüfus kağıdını ve çek karneni bırak” dedi. Platt ile Kanada’ya uçtuktan bir süre sonra aramız açıldı, ben İngiltere’ye döndüm. İş bulamayınca, onun da buraya geldiğini öğrendim. Ronald’ı bulmak için Davis’i aradım. Onu en son haziranda gördüğünü söyledi ama, cesedinin sudan çıkartıldığını anlatmadı.”
Savcı, polisin bütün ısrarına rağmen, Küçük Londra Çiftliği’nin aranmasına izin vermedi. “Vergisini zamanında ödeyen yabancı ve zengin bir işadamı” dedi. Amerikan vatandaşı David Davis sanılan adamın cep telefonu sinyallerini incelendiğinde, işin rengi değişecekti.

KUNDAKTAKİ KÜLÇE ALTINLAR

David Davis, temmuz ayında cep telefonunu, evinden bir hayli uzakta, Devon’dan kullanmıştı. Bir resepsiyoncu “doğrudur” dedi, “fotoğraftaki adam buradaydı. Yanında biri daha vardı, elindeki dövme çok hoşuma gitmişti. Ben Kanadalıyım, çınar yaprağı milli işaretimizdir.”
31 Ekim 1996 sabahı, saat 10.30’da sivil polisler, Davis’in evden çıktığını ve bir taksiye bindiğini gördüler. Yolu kestiler, araçtan inmesini söylediler. Ellerini başının üzerine koyan Davis “Sizin için ne yapabilirim, beyler?” diye sordu. Üzerinden Ronald Platt adına düzenlenmiş kredi kartları ve çek defteri, David Davis adına düzenlenmiş nüfus kağıdı çıktı. “Sizi, Ronald Platt’ı öldürmekten tutukluyoruz” dediler, “evinizi arayacağız”. Bodrum katındaki yağlı boya tablolara, sahte kimliklere, bebeğin kundağına saklı külçe altınlara ve 10 bin İngiliz lirasına el koydular. David Davis ile çocuğu olabilecek yaştaki karısını tutukladılar. Bayan Davis, aslında karısı değil kızıydı, bir iddiaya göre de babasının çocuklarını doğurmuştu, ancak polisin henüz bundan haberi yoktu.

ÇAPADAKİ DERİ, KEMERDEKİ ÇİNKO, YASTIKTAKİ SAÇ

“Başka bir şey hatırlamıyor musunuz?” diye sordu polis. “Bir de Sowester marka Danfort tipi çapa vardı ama söylemeyi unuttuk” dediler. Çapanın metal analizi yapıldı, cesedin kemerindeki kalıntılarla örtüştüğü saptandı. Çapaya takılıp kalmış küçük bir deri parçası, kemerin derisine uydu. Ölenin kalçasında ve sol bacağındaki ezikler çapanın boyu ve özelliklerini tuttu. “Cepleri dışarıdaydı” dedi baba Copik. “Biz içine sokuşturduk, size söylemeye korktuk”. Polis, adamın ayağının kayıp suya düşmediğine, cepleri boşaltıldıktan sonra, çapanın beline bir kılıç misali takılıp suya atıldığına emindi. Belli ki katil, değil 4.5-5 kiloluk bir çapa, beton bağlansa, sudaki bir cesedin dipte kalmayıp yükseleceğini, hayal bile edememişti. İyi de katil kimdi? 3 gündür sorgulanan David Davis, “ben öldürmedim” diyordu. Gözaltı süresi sona yaklaşmaktaydı. Böyle giderse, David Davis’in elini kolunu sallayarak eve döneceği açıktı.
Delilleri bulduran, genellikle olay yeri inceleme uzmanlarının bilgi ve becerisidir. Genellikle diyorum. Çünkü kimi zaman, görünmez bir el onlara yardım eder. David Davis, bu arada yatı Lady Jane’in içini dışını temizletmiş olduğundan, iki kez incelendiği halde, tek bir parmakizine rastlanmamıştı. Son bir kez yatı görmeye gittiler. Mutfak tezgahının altında, evvelce dikkatlerini çekmemiş küçük bir naylon poşet ile R. Platt adına çıkartılmış 8 Temmuz 1996 tarihli bir kredi kartı fişi buldular. Poşetin üzerinde tek bir parmakizi vardı, denizden ölüsü çıkan Ronald Platt’ınki. Kredi kartıyla bir çapa alınmıştı ve çapa yatta yoktu. Bir koltuk döşemesine yapışmış, ucundan deri sallanan 3-5 saç telinin DNA’sı, öleninkinin aynıydı.
Hâlâ “Yetmez” diyordu savcı, “bu deliller onu cinayetle suçlamaya yetmez. Adamın ne zaman öldüğünü bile bilmiyorsunuz. O sırada Davis’in nerede olduğunu bilmiyorsunuz.”

KOL SAATİ VE GPS’LE YAKALANAN KATİL

Ronald Platt’ın kolundaki Rolex, hareketle kurulan, kol sallanmadığında duran bir saatti. Polisler, kımıldatılmayan Rolex’in 44 saatte durduğunu saptayınca, Platt’ın 20 Temmuz’da suya düştüğünü hesapladılar. Acaba, Davis’in yatı ayın 20’sinde neredeydi? Bu sorunun cevabı, Eylül ayında Platt adına kiralanmış konteynerdeydi. Yağlı boya tablolar, önemli miktarda nakit para, külçe altınların arasına sıkışmış, Apelco GXL 1100 marka bir GPS alıcısında. Bir GPS aleti kapatıldığında, son bulunduğu yerin koordinatlarını, günü ve saati hafızasında tutar. Apelco GXL’in hafızasında kalan tarih neydi dersiniz? 20 Temmuz 1996, 20.59. Peki, koordinatlar? Tam, baba oğulun, balıklarla birlikte Ronald Platt’ı denizden çıkarttıkları yer.
Aslında, David Davis’in adı Albert Johnson Walker’di. Amerikalı değil, Kanadalıydı. 70 kadar yatırımcıyı dolandırarak topladığı milyonlarca doları ve eşim diye tanıtacağı 15 yaşındaki kızını yanına alıp ülkesini terketmiş, kimliğini çaldığı adam geri dönünce, foyasının meydana çıkacağından korkup, öldürmüştü. İnterpol’ün arananlar listesindeki ilk ve tek Kanadalı Walker, 1998’de ömür boyu hapse mahkûm oldu. Cezasının 7 yılını İngiltere’de çektikten sonra ülkesine iade edildi. 2013’te denetimli serbestlik hakkını kazanacak olan Walker, cinayeti hiçbir zaman kabul etmedi, topladığı 2.5 milyon doların ancak bir milyonu bulunabildi, küçük kızının doğurduğu iki çocuğun babası olup olmadığı gündeme gelmedi.
Yazarın Tüm Yazıları