Omzunda büyükçe çantayla bir adam Teikoku Ginko Bankası’nın Shiinamachi Şubesi’nin yan kapısını çaldığında saat öğleden sonra üç sularıydı. "Kusura bakmayın," dedi görevli "az sonra kapatıyoruz." "Banka işlemleri için gelmedim, müdürle görüşeceğim."
Pazubantında "Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Bölümü" yazıyordu. 155-160 santim boyunda, 45-50 yaşlarındaydı. Kısa saçlı, açık tenliydi. Yanağında lekeler vardı. Japoncayı Tokyo lehçesiyle konuşmuyordu. Onu görüp de sağ kalanlar böyle anlattı.
Ellerinde birer çay fincanı, bakanlık yetkilisinin karşısına dizilmiş 16 kişiydiler. 13 memur, bir müşteri, müdür Joshida Tekejiro ve bir de müdürün küçük oğlu. "Adım, Dr. Jamaguchi Jiro" demişti adam kartvizitini uzatırken, "Dizanteri salgını çıktı. Size de bulaşmış olabilir. İlaç almanız gerekiyor. Diş minelerine zarar veriyor, nasıl yutulacağını göstereceğim."
Ocak ayının 26’sıydı. Yıllardan 1948. Savaş yeni bitmişti. Salgın hastalıktan daha doğal ne olabilirdi ki. Japonya yenilmişti. Amerikalılar Tokyo’yu işgal etmişti. Dr. Jiro, ilacın merkez komutanlığından verildiğini söylemişti, yani Douglas MacArthur’un makamından ve müdür hiçbir şeyden kuşkulanmamıştı.
DİLİNİZİ ÇIKARTIN VE YUTUN
Dr. Jiro, çantasından metal bir kutu, kutudan İngilizce "1. İlaç" ve "2. İlaç" yazılı iki şişe çıkarttı. Elindeki damlalığı birincisine daldırdı. Sonra dilini olabildiğince dışarı uzattı, başını olabildiğince geriye yatırıp sıvıyı boğazından aşağıya damlattı. "Şimdi sıra sizde" dedi. "Saat tutacağım, tam bir dakika sonra bir porsiyon daha yutacaksınız." Herkesin fincanına, aynı kavanozdan, aynı damlalıkla, aynı miktarda sıvı dağıttı. Herkes dilini olabildiğince dışarı çıkarttı, kafasını geriye yatırdı, fincandakini boğazından aşağıya yuvarlayıverdi. Doktor ikinci şişeyi açtı, yine fincanlara dağıttı. Saatine baktı. "Tamam" dedi, "Yutun." Hepsi dilini tekrar olabildiğince dışarı çıkarttı, başını geriye yatırdı ve yine yuttu.
Aslında dizanteri salgını yoktu, adamın adı Jiro değildi. Bankayı soymaya gelmemişti. Bir bankodaki az miktar parayı alıp gidecekti. Hadi bunlar neyse de, yutturduğu sıvı ilaç değildi. Nereden mi biliyoruz? Çünkü küçük çocuk da dahil olmak üzere 10’u hemen oracıkta, ikisi hastanede ölecek, dördü yaşayacak ve az önce okuduklarınızı anlatacak ve Japon polisi tarihinin ilk robot resmini çizecekti.
POLİS MÜDÜRÜNÜN İHMALİ
Ertesi sabah, Yasuda Bankası Ebara Şubesi’nin Müdürü Watanabe Toshio gazeteleri okudu, "Ucuz atlatmışız" diye düşündü. Üç ay önce, robot resimdeki gibi biri şubeye gelmiş, "Bakanlık gönderdi. Dizanteri salgını var, çalışanlara ilaç vermeliyim" demişti. "Hepimizi uyutup bankayı soymasın sakın" diyerek bir memuru karakola göndermişti. Polis Ryuzo, adamın Sağlık Bakanlığı’ndan geldiğine ikna olmuş, çay fincanlarına damlalıkla dağıttığını, dillerini alabildiğine dışarı çıkartarak içmişlerdi. Müdürün o sabah okuduklarıyla kendi bankasında olanlar arasındaki fark, adamın katvizitinde Dr. Jamaguchi Jiro değil de, Dr. Matsui Shigeru yazmasıydı. Elbette, bir önemli fark daha vardı: Ebara şubesinde ölen olmamıştı.
Polis memuru Ryuzo olanları amiri Tameo’ya anlatmış, kartviziti teslim etmiş ve adamı tarif etmişti. Tameo, Sağlık Bakanlığı’nı aramış, Tokyo’nun 300 kilometre kuzeyindeki Sendai müdürlüğünde görevli bir "Dr. Matsui Shigeru" olduğunu öğrenmişti. Ancak bankaya gelen o değildi. Bir kere, gerçek Matsui o gün Sendai’deydi. Ayrıca, tarif edilen adamla uzak yakın ilgisi yoktu. Tabii, dizanteri salgını da yoktu. Ne yazık ki amir Tameo bunları önemsemedi ve Tokyo, ilaç dağıtan katile karşı uyarılamadı.
Aslında esrarengiz adam Mitsubishi Bankası’na da giderek "Adım, Dr. Jamaguchi Jiro, dizanteri çıktı" masalını uydurmuştu. Orada, dil çıkartma faslı olmamış, "mikropları öldürüyorum" diyerek sağa sola bir sıvı püskürtmekle yetinmişti. Katilin mikropları değil, insanları öldürmek için deney yaptığının kimse farkında değildi.
OTOPSİ RAPORLARINDAKİ ÇELİŞKİ
"Çay fincanları ile cesetlerin altısını Tokyo Üniversitesi’ne, altısını Keio’ya gönderelim" dedi savcı. "Bakalım neyle zehirlenmişler." Vakıf üniversitesi Keio’nun sonuçları çabuk geldi. "Ölüm nedeni: Aseton siyanohidrin." Devlet üniversitesi Tokyo, raporunu birkaç ay sonra açıkladı. "Ölüm nedeni: Potasyum siyanür." Savcı, bu çelişkinin giderilmesini istemedi ve Tokyo Üniversitesi’nin sonuçlarına itibar etti. 26 Haziran 1948’de polis İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na bir bilgi notu gönderdi. "Doktor, dişhekimi, eczacı olabilir. Belki, savaşta askeri hastanede ya da laboratuvarda çalışmıştır. Bulaşıcı hastalıklar konusunda bilgili. Zehrin öldürücü dozunu biliyor. Laboratuvarda kullanılan "komagome" tipi damlalığı var. Çantası askeri tabip çantalarına benziyor. İşgal Kuvvetleri ile bağlantısı olabilir. Yasuda Bankası’nda verdiği kartvizit, Sağlık Bakanlığı’nda görevli Dr. Matsui Shigeru’ya ait. Doktorla kartvizit değiş tokuşunda bulunanların ifadesini alıyoruz."
KARVİZİTİ KAYBEDEN ADAM
Soruşturmayı yürüten komiser muavini İgii Tamegoro, Matsui’nin "kartvizitimi verdim" dediği yaklaşık 80 kişiyle görüştü. Pek çoğu, doktorun kartvizitini hálá saklıyordu. Bulamayanlardan biri, orta boylu, orta yaşlıydı. "Cüzdanım çalındı" dedi, "Sanırım kartvizit onun içindeydi". 26 Ocak günü nerelere gittiğini anlattı, hatta bir Amerikalı askeri tanık gösterdi.
Polisin işgal kuvvetlerine gönderdiği, katilin mesleğine ve geçmişine ilişkin olası özellikleri taşımayan, ancak Dr. Matsui Shigeru’nun kartvizitini bulamadığı ve evinde ele geçen bir miktar paranın menşeini hatırlamadığı için şüphe çeken bu adam, cinayetlerden 7 ay sonra, 21 Ağustos 1948’de tutuklandı. Görgü tanıkları, onun için önce "Katil olabilir" dedi, daha sonra "Odur".
35 günde 62 kez sorgulandı. 56 yaşına rağmen, geçmişindeki bazı önemli olayları hatırlamıyordu, zaman zaman çelişkili şeyler söylüyordu. Tanık gösterdiği Amerikalı asker bulunamıyordu. 27 Eylül’de gazeteler cinayetleri üstlendiğini ve üç sayfalık ifadesinin her sayfasını imzaladığını yazdılar. Adı, Hirasawa Sadamichi’ydi, "Ufukların Ressamı" olarak tanınan, İmparatorluk Akademisi üyesi ünlü bir sanatçı.
Komiser muavini İgii Tamegoro terfii etti, Polis Akademisi’ne tayin edildi, üç yıl sonra cinayet masasına geri döndü, 1964’te emekliye ayrıldı ve Teikoku Ginko Bankası’ndaki cinayetleri çözdüğünden, başarılı polis antolojilerinde yer aldı.
BİR TÜRLÜ ASILAMAYAN RESSAM
Tokyo Bölge Mahkemesi, "Ben katil değilim, işkenceyle ikrara zorlandım" diyen ressamı, 24 Temmuz 1950 günü ölüme mahkum etti. Tokyo Yüksek Mahkemesi kararı onayladı. Art arda temyiz başvuruları reddedildi ve ressam yılda ortalama 30-35 tablo yaparak ölümü beklemeye başladı.
İnfazın gerçekleşmesi için adalet bakanının onayı gerekiyordu. Yıllar geçti, bakanlar değişti, pek çok kişi idam edildi, ama ressamın infazını onaylayan çıkmadı. Avukatlarından ilki eceliyle öldü, ardından ikincisi, sonra üçüncüsü. Ressam hálá hapisteydi, hálá masum olduğunu iddia ediyordu ve hálá asılmayı bekliyordu.
7 Kasım 1985’te, yüksek güvenlikli Hachioji Hastanesi’nde, prostat ameliyatı sonrası avukatına "Yedi yıl sonra 100 yaşında olacağım. Belki o zaman salıverirler. 15-20 yaşında bir kızla evlenirim. 125 yaşına kadar yaşarım, onunla 25 yıl geçiririm" diyecek kadar hayata bağlı olduğu söylenir.
Hirasawa, 10 Mayıs 1987’de, 37 yıl asılmayı bekledikten sonra 95 yaşında zatürreeden öldü. Cesedi eğitimlerde kullanılmak üzere Tokyo Üniversitesi’ne gönderildi. 2000 yılında, beyni hariç bütün organları ailesine teslim edildi. 2003’te, son avukatı profesör Nabuyoshi Araki 19. kez temyize başvurdu. Öldüğünde, Başbakan Yasuhiro Nakasone "Başsağlığı dilerim" demişti. "Huzur içinde yatması için dua ediyorum." Masumiyetine inanan binlerce kişi başbakanın duasını yeterli bulmadı, devletin "pardon" demesini bekledi ve beklemeyi sürdürüyor.
HAFIZA KAYBI KUDUZ AŞISINDAN
İddianame büyük ölçüde Hirasawa’nın hep reddettiği, polisteki ikrarına dayanmaktaydı. Savunma tarafı, suçu işkence altında kabul ettiğini ileri sürdü. Çelişkili beyanlarının, 30’lu yaşlarda, köpeğinin onu ısırması üzerine yapılan kuduz aşısının beyninde bıraktığı kusurdan kaynaklandığı iddia edildi, ancak kanıtlanamadı.
Duruşma sırasında, Tokyo Üniversitesi’nden psikiyatri profesörü Yushi Ushimura, ressamın beyin fonksiyonlarında bozukluk olmadığı, öğrencileri nöropatolog Shiraki ve psikiyatri uzmanı Akimoto ise hasta olabileceği yönünde tanıklık etmişti. Her üç doktor, gerçeğin sadece ressamın beyninin incelenmesiyle anlaşılacağını biliyordu. Asistanlarına "Ondan önce ölürsek, beynini mutlaka inceleyin," diye vasiyet ettiler. Nitekim her üçü de ressamdan önce öldü. Cinayetlerden 59, ressamın ölümünden 20 yıl sonra, Tokyo Üniversitesi Psikiyatri Enstitüsü Araştırma Merkezi’nin başkanı Dr. Kenji Ikeda ressamın kavanozda korunan beynini inceledi ve Hirasawa’nın çelişkili ifadelerinin ve hafıza kaybının kuduz aşısına bağlı olabileceği sonucuna vardı.
Bir komplo teorisi
Soruşturmanın en can alıcı noktası Keio Üniversitesi’nin ölümleri aseton siyanohidrin’e, Tokyo’nun ise potasyum siyanür’e bağlaması ve savcılığın ikincisine itibar etmesidir. Halbuki polis, aseton siyanohidrinin izini sürmüş ve kolayca ulaşılabilecek potasyum siyanürden farklı olarak, sadece Japon ordu birliklerinin elinde bulunduğunu saptamıştı. Nitekim, Teikoku cinayetleri çerçevesinde, Mançurya’daki 731. birliğin komutanı Dr. Shiro Ishii ve Nanjing’teki 1644. birlikten Shigeo Ban’ın ifadesini aldılar. Her ikisi, aseton siyanohidrin’in 1934’te bir kimyasal silah olarak sentezlendiğini, insan deneylerinde kullanıldığını anlattı. Buna rağmen anılan birliklerle banka cinayetleri arasında bir bağlantı kurulmadı.
Yıllar sonra, on binlerce esirin deneylerde kullanılmasına tıp fakültelerinin katkıda bulunduğu, Amerikalıların Dr. Shiro Ishii ve diğer üst düzey yetkililere, insan deneyi sonuçlarını kendilerine teslim etmeleri karşılığında, savaş suçlusu olarak yargılanmama güvencesi verdiği ortaya çıktı. (Bkz. S. Atasoy, Mançurya’daki 731. Birlik, Bu Ayak İzi Senin Dr. Watson, Doğan Yayınları)
Bütün bu bilgiler ışığında, Tokyo ve Keido üniversiteleri otopsi raporlarının neden farklı olduğu, savcının neden Tokyo’nun sonucunu tercih ettiği anlaşılabilir. Savcının bu noktaya kendisinin mi geldiği yoksa işgal kuvvetlerinin baskısıyla mı örtbas ettiği hálá tartışılıyor.
Tabii bir de zehrin gerçekten potasyum siyanür, katilin gerçekten ressam Hirasawa olma ihtimali var ki, çözümü sadece çay fincanlarının analiziyle mümkün. Ne yazık ki, deneylerden sonra iyice yıkandıkları kayıtlı.