İnsanın teknoloji alanındaki yaratıcılığı eksponansiyel, yani üstel bir hızla artıyor. Taşı yontarak işe yarar bir alet elde edebileceğini öğrenmesi, atalarımızın on binlerce yılını aldığı halde, 19. yüzyıldaki başarılarının toplamı, geçmiş bin yılına, 20. yüzyılın sadece ilk 20 yılındaki teknolojik buluşları, bir önceki yüz yılda başardıklarının tamamına eşdeğer. Bilişim sektöründeki gelişmeler ise baş döndürücü.
Bugünün bulgularıyla gelecek hakkındaki kestirimleri, ayrıca optik karakter okuma ve elektronik müzik aletleri konusundaki buluşlarıyla tanınan Raymond Kurzweil, bilgisayar hızlarındaki gelişmeyi hesaplamış. Saniyede bir milyon işlem gerçekleştiren bin dolarlık bir bilgisayar için 90 yıl çalışıldığını, günümüzde bu değerdeki bir bilgisayara her gün bir milyon işlem yapabilme becerisinin eklendiğini anlatıyor. Kuzweil’e göre, 2020’de bin dolar ödeyerek satın alacağımız bilgisayar bir insan beyninin işlem hızına ulaşacak, yani saniyede 20 katrilyon (20,000,000,000,000,000) işlem yapabilecek. 2055’teki gücü, yeryüzündeki tüm insan beyinlerinin toplam hızına varacak.
Bilgisayarların hızıyla ilgili öngörüler bunlar, peki ya zekası? Kurzweil, bilgisayarların insan gibi düşünüp karar verebilmesinin bir yazılım meselesi olduğunu, insan beyninin nasıl çalıştığı anlaşıldığında bunun da üstesinden gelineceğini öne sürüyor. "İnternette bir beynin kesitleri duruyor" diyor Kurzweil, "Gerçi, fotoğrafların çözünürlüğü amaçlarımıza uygun değil, ama üzerinde çalışmaya değer." Bir bilişim gurusunun hedef gösterdiği internetteki beyin kimin? Belki merak edersiniz diye düşündüm.
GÖRÜNÜR İNSAN PROJESİ1990’ların başında, ABD’nin Colorado Üniversitesi’ndeki İnsan Simülasyon Merkezi’nde çalışan araştırmacılar, Kongre’nin ve Ulusal Bilim Vakfı’nın desteğinde, bir projeye başladı. Projenin adı, "Görünür İnsan Projesi"ydi ve yürütücüsü Dr. Michael Ackerman’a göre, anatomide devrim yaratacaktı. Ekip, kısa zamanda önce bir erkek, daha sonra bir kadın kadavranın tüm vücuduna ait üç boyutlu dijital görüntülerini elde etti.
Kolay bir iş değildi bu. Önce, kadavraların manyetik rezonans ve bilgisayarlı tomografisini çekmişler, sonra onları mavi jelatin içinde eksi 85 dereceye kadar soğutarak dondurmuşlar ve kriyomakrotom ile, erkeği bir; kadını yarım milimetre kalınlığında dilimleyerek, her bir dilimin fotoğrafını çekmişlerdi. Bütün bu işlemler 9 ay sürmüştü.
1995’e geldiğinde, erkeğin 1878 adet, kadının 5189 adet taranmış fotoğrafı internette yayınlanıyordu bile. Artık, ne kadavra bulma sıkıntısı vardı, ne diseksiyon yapacak uzman ihtiyacı, ne de gördüklerini çizecek ilüstratör. Yeterince hızlı ve belleği yeterince büyük bir bilgisayara, biraz gelişmiş bir yazılıma sahip herkes, insan bedeninin her noktasını istediği her açıdan görme şansını yakalamıştı. Kesitler, sadece geleneksel anatomi ve biyoloji eğitimine, hastalıkların tanı ve tedavisine katkıda bulunmakla kalmadı, bilgisayar oyunlarında, dünyayı gezen sergilerde, belgesellerde kullanıldı. Bruce Willis’in oynadığı, Luc Besson’un bilim kurgu filmi Beşinci Element’teki insana benzer bir kadının yaratılma sahnesinde ve İntel bilgisayarların reklamlarında yararlanıldı.
Peki, başta tıp bilimine olmak üzere, bu denli faydası olan kadavralar kimindi? Projede çalışanlar, kesinlikle gizli kalmasına taraftar olmakla birlikte, erkekle ilgili ufak bir bilgi verdiler. "Görünür Adam, 26 Ağustos 1993 tarihinde adam öldürme ve gasp nedeniyle idam edilmiş, 39 yaşındaki bir Teksaslıdır." Bu bilgi, "Görünür Adam"ın son fotoğrafının gazetelerin birinci sayfasına basılmasına yetip artacaktı. Gerçi, proje bir anda ünlenecekti ama, insanlığın 400 yıl geriye gittiğini ileri süren tartışmaları da beraberinde getirecekti.
VÜCUDU BOZMADAN İDAMHırsızlık yüzünden iki kez hapse düşmüştü. 1981 Mart’ında, mikrodalga fırını kucaklamış tam mutfağın kapısından çıkıyordu ki, 75 yaşındaki ev sahibi Bay Edward Hale ile burun buruna geldi. Ekmek bıçağını kaparak birkaç kez sapladı. "Ya ölmemişse, ya beni tanırsa" diye düşündü. Tabancasını çekip üç kez ateş etti. Birkaç aya varmadan yakalandı, yargılandı, idama mahkum oldu. Bir Teksas cezaevinde, 12 yıl ölümü beklemeye koyuldu.
Onun gibi dört kişiye aynı şeyi sordu gardiyan. Hepsi beyaz tenli, orta boyda, orta ağırlıkta, orta yaştaydılar. Tıpkı 400 yıl öncesindeki gibi, "normal" birini arıyorlardı çünkü ve onu bulmaları iki buçuk yıl sürmüştü. "Bedenini bilime adar mısın?" "Evet" dedi, eski otomobil tamircisi 39 yaşındaki Joseph Paul Jernigan. "O zaman seni diğerleri gibi elektrikle değil, damarına potasyum klorür enjekte ederek idam edeceğiz." Tıpkı 400 yıl önce, halk önünde bedeni açılacakların, başı kesilmeyip asılması gibi, onun da olabildiğince değişmeden kalmasını istiyorlardı.
Jernigan’ı Teksas’ta idam ettiler, cansız bedenini Colorado’ya gönderdiler. Tıpkı 400 yıl önce idam edilenlerin, ikinci cezasını evinden uzakta bir yerde çekmesi gibi. Şimdi internette görülen, onun dilimlenmiş bedeni. Aslında Jernigan pek de "normal" sayılmaz. Birkaç dişi eksik, apandisiti alınmış, ayrıca testislerinden biri, geçirdiği bir ameliyatla çıkartılmış.
Normali temsil eden ev kadınıİdam edilen kadın sayısının azlığından olsa gerek, Görünür İnsan Projesi’nin dişisi, suç işlemiş biri değil. Proje çalışanlarının belirttiğine göre, Maryland’li bir adamın karısı. Enfarktüs kriziyle aniden ölmüş, evvelce hiçbir sağlık sorunu olmamış, 59 yaşında bir ev kadını. Kadının kimliğiyle ilgili bundan başka bir bilgimiz yok.
Proje çalışanlarının, "normal"i temsil etmek üzere seçtiği kadınla ilgili olarak, "ev kadını" tanımını kullanması kıyameti kopartmıştı. "Ne yani" diye sorulmuştu, "Çalışan kadınlar, entelektüel faaliyette bulununca, beyinlerinde erkeksi değişiklikler mi oluyor ki normalden sayılmıyorlar?"
Ayrıca, proje yürütücüsü Dr. Michael Ackerman’ın, "Örneğimiz menopoza girdiğinden, normal bir kadını tam olarak temsil etmiyor. Bu eksiği yakında telafi edecek ve genç bir kadın kadavrası bulacağız" şeklindeki beyanatı da çokça gürültü koparttı. Ne demek oluyordu bu? Apandisiti alınmış, tek testisli erkek normalden sayılıyordu da, menopoza girmiş kadın neden normal değildi?
Sanal kadın, erkek kadar ünlü olamadı. Kadının zaten "adının olmadığı" bir dünyada, bir de gerçekten kim olduğu bilinmiyor ve sadece "Maryland’li adamın ev kadını karısı" şeklinde anılıyorsa hepten yok sayılması kadar doğal ne olabilir.
Dr. Tulp’un anatomi dersiÖnde bir ceset, arkada beyaz gömlekli 7-8 kişi, ortalarında büyük hoca. Önceki kuşak hekimlerimizin albümlerinden eksik olmayan bir fotoğraf. Günün birinde hastaları iyileştirebilmek için, önce soğukça bir mekanda, garip kokulu bir kadavranın organlarına, kas ve kemiklerine dokunacaklar. Hipokrat yeminiyle sonlanan, uzun ve zor bir eğitimin, ölülerin içini incelemekle başlayan ilk adımı: Anatomi dersi.
Babamın, anatomi dersinde çekilmiş grup fotoğrafında, kendini doktorların eğitimine bırakıvermiş ölü kimdi acaba? Sormayı nedense akıl edememişim. Halbuki, ünlü Hollandalı ressam Rembrandt’ın henüz 26 yaşındayken yarattığı "Dr. Nicolaes Tulp’un Anatomi Dersi" adlı yağlı boya tablosundaki ölünün kimliğini biliyoruz. Adı, Adriaan Adriaansz’dı, nam-ı diğer Aris Kindt. Silahlı soygunlara karıştığından asılmış ve hemen Cerrahlar Birliği’nin Amsterdam’daki anatomi amfisine götürülmüştü.
31 Ocak 1632 günü, 28 yaşındaki adamın bedeni ahşap masaya bırakıldıktan sonra, dönemin ünlü anatomi hocası Dr. Tulp’un sağ yanına yedi hekim yerleşmiş, Aris Kindt’in üzerindeki anatomi dersi de böylece başlamıştı. Dr. Tulp, elindeki forsepsiyle ölünün sol kolundaki kasları kaldırırken kadavraya değil, ileriye doğru bakar. Tabloda, amfide oturanlar görünmez, ancak kalabalık oldukları ve pek azının tıp öğrencisi olduğu kayıtlıdır. Seyirciler arasındaki Rembrandt, aldığı sipariş üzerine, Dr. Tulp ve meslektaşlarını kadavra önünde resmetmek üzere oradadır.
Halen, Lahey’deki Mauritshuis Sanat Galerisi’nde bulunan, çok sayıda tıp makalesine konu edilen ve merak edenlerin detaylarını Eczacıbaşı’nın sanal müzesinde inceleyebileceği "Dr. Nicolaes Tulp’un Anatomi Dersi", 400 yıl öncesinin Avrupa’sında pek yaygın olan, günümüzde ilginç biçimde yeniden baş gösteren bir uygulamanın; kalabalıklar önündeki anatomi dersinin bir örneğidir.
İDAM ETMEK YETMEZ HALKIN ÖNÜNDE İÇİNİ AÇALIM16. yüzyıl başlarında, bir suçlunun idamıyla yetinilmeyip daha ileri bir cezalandırma için ölü bedenini kalabalığın gözleri önünde açmanın, böylelikle iç organlarını teşhir ederek aşağılamanın, kitleleri suç işlemekten alıkoyacağı fikri gündeme gelmişti. Fikrin kimden çıktığını bilmiyorum ama, aradan yüz yıl geçmeden, Avrupa’nın hemen her kentinde, asılan ya da kafası giyotinle kesilenlerin, halk önünde diseksiyonla ikinci bir kez cezalandırıldığını görüyoruz. İngiliz ve İtalyan yasaları, suçluları kendi köy ve kasabalarında idam ederken, yakınlarına daha fazla utanç vermemek amacıyla bedenlerinin başka bir kentte açılmasını öngörür, kimliğin gizli tutulmasını, sadece işlenen suçların sıralanmasını şart koşardı. Ancak bu durum, Avrupa’nın her yerinde geçerli değildi. Örneğin, Amsterdam’da masaya yatırılıp Rembrandt’ın fırçasıyla ölümsüzlüğe kavuşanın kim olduğunu biliyoruz.
Halk önünde diseksiyonun suçları azalttığına dair bir veri yok ama, anatomi bilimine katkı yaptığı muhakkak. Üstelik, eğitim için bağışlanan kadavralar genellikle hasta ve yaşlı kişilere aitken, suçluların önemlice bölümü, idam edildiğinde genç ve sağlıklıydı. Bolonya’daki uygulamaların değerlendirmesini yapan Giovanna Ferrari, "Halk için anatomi dersleri ve karnaval" adlı makalesinde, anatomi uzmanlarının yargıçlardan orta boy, kilo ve yaşta mahkum istediğini, yargıçların da, halk önünde incelenecek mahkûmun giyotinle değil, beden bütünlüğünü bozmayan, iple asılmasına karar verdiğini anlatır.
Erkekler, genellikle adam öldürme yüzünden idam edilirken, Avrupalı kadınlar, yeni doğan bebeklerini öldürdüğünde ya da hırsızlık yaptığında da ölüm cezasına çarptırılırdı. Suç işleyen kadın sayısı azdı, bu nedenle onların bedenlerine talep yüksekti. Tarih profesörü Ludmilla Jordanova, erkeklerden daha hafif suçlar işlemiş olmasına rağmen, kadınların kendilerini diseksiyon masasında bulmasını bu talebe bağlar. Hatta, üreme organlarının incelenmesinin, erkekler için seyirlik bir malzeme oluşturduğunu öne sürer.
İdam mahkûmlarının bilime katkısı sürüyor. Kimi zaman, Çin’deki gibi doğru mu, yalan mı olduğunu bilmediğimiz uygulamalarla. Ama kimi zaman, her ayrıntısını bildiğimiz ve 17. yüzyıl Avrupası’nı aratmayacak gerçeklerle.