GEÇEN pazar akşamı, televizyondan dünya üçüncülüğünü kazanmış olan milli futbol takımımızın karşılanması merasimini seyrettim.
Taksim Meydanı hıncahınç doluydu ve bu meydan meydan olduğundan beri böyle izdiham görmemişti. Saatlerce ayakta bekleyen kalabalık, takımın varışıyla büsbütün coştu, herkesin elinde güzel görüntülü al kırmızı Türk bayrakları sallanıyor, havai fişekler atılıyor, herkes bir ağızdan 10. Yıl Marşı'nı söylüyordu. Derken, Tarkan çıktı, halk büsbütün coştu, heyecan ve sevinç doruğa ulaştı. Ben de bütün bu olayları büyük bir şaşkınlık içinde ve aptallaşmış vaziyette ekrana bakarak seyrettim.
Kendi kendime düşünmeye başladım. Evet, mühim bir olaydı üçüncülük ama acaba birinciliği elde edip kupayı alsaydık, ne yapardık diye? Bu kutlamanın ötesinde daha başka ne şekilde kutlardık, milli takım daha fazla halkla nasıl bütünleşirdi ki? Acaba bu kutlamayı abartıyor muyduk?
Sonunda, düşüncelerimde haksızlık ettiğime karar verdim. Eski günlere giderek belleğimi yokladım ve Taksim Meydanı'nın ne kadar kanlı ve kötü ideolojik çatışmalara sahne olduğunu hatırladım. İçim hüzünle doldu. En azından benim hafızamda kaldığına göre, bu meydan beni hep korkutmuştu. Şimdi ise hiçbir ideolojinin olmadığı, art niyetin bulunmadığı bir coşku yaşanmaktaydı, millet bütünleşmişti ve neş'e içindeydi. Tek ağızdan marşlar ve şarkılar haykırılıyordu ve Türk milleti sevinci yaşıyordu. İşte Türk Milleti, her ne kadar değişik idealleri de olsa böyle bir bütün olmalı, Türklüğün gururunu yaşamalıydı.
Birden, eski günlerden bazı anılara takıldım. 1980 yılları öncesinde, Otosan Otomobil Fabrikası'nın başında bulunan kocamın her akşam eve sağ salim dönüp dönmeyeceği endişesini yaşadığım günleri unutmamıştım. Maltepe Dragos'taki evimize rastgele silahların sıkıldığı aklıma geldi. O günlerdeki şoförüm Hasan Efendi, çocuğunu ilkokuldan almak mecburiyetinde kaldı zira sağcı mı, solcu mu ne olduğu belli olmayan bir grup okulu basmıştı ve dehşet içindeki çocuk okula gitmek istemiyordu. Politikacılarımız gençlerimizi ne kadar kötü yönlendirmişlerdi... Solcusu, sağcısı birbirine giriyordu ve hiçbir günahı olmayan, hiçbir şeyden haberi olmayan halkı tedirgin etmekteydiler. Basın da olayları körüklemekteydi. Anarşi almış başını gidiyordu. Her ne kadar Avrupa Topluluğu'na girmemizi geciktirmiş ise de Allah'tan bir askeri ihtilal olmuştu da hepimiz zengini, fakiri nefes almıştık. O devirdeki politikacılarımızın günahı büyüktür. Bizler affetsek dahi Allah onları hiçbir zaman affetmeyecektir.
Bu arada ben Türkiye'de dikkatli yaşarken, kendi yaşamımı kısıtlarken senesini hatırlamıyorum ama Paris'te başıma gelen bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim.
KAHVE, KİTAP, ANARŞİ
Paris'teyim. Kocam başka bir ülkeden gelecek, buluşacağız. Bu buluşma için Paris'in Rive Gauche tarafındaki bir kahveyi seçmiştik. Bir zamanlar entelektüellerin buluştuğu ama şimdi turistik olan Cafe Deux Magots üzerinde anlaştık. O günlerde Paris sokakları gösterilere sahne olmaktaydı. Talebe ayaklanmış, sokaklarda yürümekteydi. İstekleri neydi hatırlamıyorum ama, zaten beni çok da ilgilendirmiyordu. Zırhlı polislerin kordonu arasında yapılan yürüyüşler genelde olaysız bitmekte, itirazlarını toplu halde belirten bu insanlar, seslerini duyurup dağılmaktaydılar. Bu arada trafik sıkışmakta ve polislere de iş düşmekteydi.
Kahvehaneye girdim ve en dipteki boş bir masaya çöktüm. Kahvemi ısmarladım, beraberimde getirdiğim kitabı okumaya daldım. Birdenbire bir gürültü oldu. Birbirini kovalayan iki genç kahveye daldılar, arkadan gelenin elinde bir sopa rastgele vuruyor ve önde koşan kendisini kurtarabilmek için önüne çıkan bütün engelleri yıkıyordu. Kahvehanedeki bütün masalar ve sandalyeler havaya uçuyor, üzerlerindeki tabak çanak yere düşüp kırılıyor, insanlar kaçışıyordu. Ne oluyor diye kafamı kaldırdığımda, gözü dönmüş bu adamlar burnumun dibindeydi. Atik davranıp masanın altına girmeseydim az daha bana da vuracaklardı. Bir anda açık bir kapı buldular ve oradan tekrar sokağa çıktılar. Kahvehanede herkes, özellikle bendeniz dehşet içinde kalmıştık. Türkiye'deki olaylardan kendini koru, gel Paris'in göbeğinde gene aptalca bir ideolojiye kurban git! Olacak şey değildi, birbirlerini kovalayanlar Cezayirli'ydi.
Radikalliğin ve ideolojinin kimseye faydası yoktur, bilakis zararlıdır. Dengeli olmak ve haddini bilmek her zaman faydalıdır. Siyasilerimizin bu kelimeleri iyi tartmalarını ve üzerlerinde düşünmelerini rica etmekten başka bir şey elimden gelmiyor.