Petrograd gibi ya İstanbul'un adını da değiştirselerdi?
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bir zamanlar bataklık olan Petrograd zamanla bir saraylar şehri ve imparatorluk başkenti halini aldı, pek çok görülmeye layık harika yerlerle doldu. İsmi karışık olan ikinci şehir ise Cumhuriyet kurulana kadar İstanbul'umuzdu.
İnsanlar aileleri içerisinde nadiren takma isimleriyle, okulda nüfus káğıdı, arkadaşları arasında ise göbek adı gibi başka başka isimlerle anılabilirler. Ama şehirlerin tek bir ismi vardır, tek olan bu isimleriyle tanınırlar, isimler lisandan lisana daha değişik bir şekilde telaffuz edilseler bile hep aynıdırlar.
İki şehir hariç. Bunlardan biri Rusya'nın en güzel şehirlerinden Petrograd'dır. İngilizce adı St. Petersburg olan Petrograd, ismi bakımından zavallıdır. Şehir, Deli Petro tarafından kurulduğu için 'Petrograd' adıyla anılırdı. Ama Bolşevik ihtilalinde Rusya'yı ele geçiren Lenin'in ölümünden sonra Sovyetler'in başına geçen Stalin, şehre Leningrad ismini verdi, hatta bu megaloman lider, Volga üzerinde o zamanlarda küçük bir kasabayı andıran Talitsin'i de, 'Stalingrad' yaptı. Leningrad, Rusya'nın demir perde zihniyetinden kurtulmasıyla tekrar Petrograd olabildi.
1703 Mayısı'nda Çar Deli Petro tarafından kurulan şehir, bu ay 300. yaşını kutluyor.
Deli Petro, Rusya'yı geliştiren çarlardan biriydi ve ülkesini oldukça mühim yeniliklerin yerleşmesine zorlamıştı. İri yarı ve iki metre boyunda olan bu çarın yaptığı en önemli yenilik, o güne kadar çarları bile yöneten kiliseye çarın, yani Rus hükümdarının kiliseden daha önemli olduğunu kabul ettirmesiydi. Bu şekilde bağnazlığı bir nebze durdurmuştu. İkinci önemli yeniliği ise, Rus ordusunu geliştirerek büyütmek ve yenilemekti. Esamisi bile okunmayan Rus donanmasını, dünyanın en büyük armadası yapmış ve böylece Rusya'nın sınırlarını genişletmişti. Aynı zamanda Batı adetlerinin, bilgilerinin ve teknolojisinin Rusya'ya yerleşmesi için büyük çaba göstermişti.
Petrograd, Neva Nehri'nin deltasında kurulmuştu. Petro, Neva Bölgesi'ni istilá ettikten sonra Finlandiya Körfezi'ne de açılınca yepyeni bir sahil şehri kurmayı planlamıştı. Petrograd'ın şehir kurmak için seçilen bölgesi son derece elverişsizdi, nehir kenarları suyun taşması neticesinde bataklıktı ve gayrimuntazamdı. Etrafta bol bol kereste bulunmakla birlikte, Petro'nun tercihi taş olduğundan, taşocakları ve çalışacak işçi bulmak da bir meseleydi. Etraftan köylüleri ve hapishanelerden de savaş suçlularını getirterek şehrin kurulmasında kullandı. Binlercesi bulaşıcı hastalıklardan ve kötü beslenmekten ötürü öldü. Petro, ailesini 1710 senesinde bu yeni şehre taşıdı. 1712'de şehri Rusya'nın başşehri olarak planladı ve ilan etti. Öldüğünde Petrograd'ın nüfusu 40 bine ulaşmıştı.
Petro, Neva Nehri'nin kuzeyindeki adacıkta kendisine kütüklerden yapılmış bir ev istemişti. İsviçreli-İtalyan karışımı mimar Domenico Trezzini (1670-1734), üç tip keresteden bir ev planlayarak oralara yerleşecek olanların sosyal ve parasal durumlarına göre herkesin ihtiyacını karşıladı. 1716'da Fransız mimar Jean Batiste Leblond gelince şehir daha detaylı şekilde planlandı. 1720'de sokakların ve idari binaların hepsi tamamdı.
Petro, bu şehir için taş elde etmek yöntemlerinde fazla ileri gitmişti ama bence bu yöntemler pratik bir zeká sahibi olduğunu gösteriyordu. 1714'ten itibaren, koskoca Rusya'nın herhangi bir yerinde bile taştan yapı inşasını yasak etmişti. Şehre giren her arabacı, en az üç adet kaldırım taşı getirmek mecburiyetindeydi. Limana gelen her geminin ve kaptanlarının ise neredeyse bir taşocağı yükü getirmek gibi bir zorunlulukları bulunmaktaydı. Gayrisıhhi bir yer olması ve nehrin taşması yüzünden insanlar Petrograd'a yerleşmeye yanaşmıyorlardı, yiyecek fiyatları ise Moskova'dan üç misli pahalı idi.
Petro, yanında 30'dan daha fazla işçi ve ailesini barındıran her arazi sahibine, bu yeni şehirde bir konak inşa etmeleri emrini verdi. Şehrin kurulması ile ilgili olan herkesin ve büyük miktarda savaş suçluları ile köylülerin ölümlerine rağmen Petrograd, Petro'nun acımasızlığıyla gelişme merakının sonucunu gösteren kuvvetli bir sembol oldu.
O zamanlar bataklık olan ve basit ahşaptan kulübelerden ibaret bulunan Petrograd zamanla bir saraylar şehri ve imparatorluk başkenti halini aldı. Sonradan yapılan Hermitage, Pavlovsk, Peterhof ve Tsarskoye Selo sarayları ile Kışlık Saray ve yazlık bahçeler gibi pek çok görülmeye layık harika yerlerle doldu.
İsmi karışık olan ikinci şehir ise Cumhuriyet kurulana kadar İstanbul'umuzdu.
İstanbul, Bizans İmparatoru Konstantin tarafından kurulduğu için, 'Konstantinapolis' diye bilinmekteydi. Daha sonra Osmanlılar bu şehri zaptedince, 'Konstantaniyye' adı ile anıldı. Bir aralık 'İslambol' dendiği halde yine de resmi yazışmalarda ve paraların üzerinde 'Konstantaniyye' yazılıydı. Cumhuriyet'in ilanından sonra 'İstanbul' olan bu şehre 'Konstantinople' dendiği zaman, ben de dahil, sinirlenmekteydik. Halbuki bütün dünya bu şehiri bu isimle tanımaktaydı.
Neyse, şimdi herkes İstanbul ismini öğrendi de hepimiz rahat ettik. İyi ki ülkemize komünizm gelmedi ve bu sene 550. Fetih Yıldönümü'nü kutladığımız İstanbul'umuz başka bir isim taşımaktan kurtuldu.