Eğitimsiz ülkelerin müzelerine en büyük zararı kendi halkı verir
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bir Bizans kilisesinin mihrap ve tavanı KKTC'den tanıdığım bir antikacı aracılığıyla Kıbrıslı Türklerin yardımıyla söktürülüp, parça parça Amerika'ya kaçırılmış ve De Menill Müzesi'ne satılmıştı.
Benim Türk olduğumu unutup, depodaki freskleri gösterdikleri zaman ‘‘Bu kiliseyi nasıl kaçırdınız?’’ diye o kadar söylendim ki, sonunda ‘‘Kıbrıslılar bize bu eseri borç verdiler’’ gibisinden bir sürü palavra sıktılar.
Bir ülkede savaş çıkar veya kargaşa olursa, tok-açgözlülerle, aç-açgözlüler derhal işbaşına geçerek çalışmaya başlarlar.
Tok-açgözlüler kimlerdir? Bunlar dünya çapında antika ticareti yapan tüccarlardır. Bu tüccarlar fevkalade zengindirler, bütün dünyayı gezerler, kendi ilgilendikleri konuda hangi ülkede ne gibi müzelerde neler var, özel koleksiyonerler kimler, bunların elinde ne gibi bir birikim var, hepsini ezbere bilirler. Yaptıkları uluslararası ticaretten fevkalade kazanmışlardır, zengindirler. Bunlara 'açgözlü' denir, zira rakibinden daha fazla bilmek ister ve herkesten evvel malı kapıp müşteriye pazarlayabilmek için her türlü dümene başvurur.
Aç-açgözlüler ise hırsızlardır. Bunlar paraya ihtiyaçları olduğu için vurulmak, hapse girmek dahil her tehlikeyi göze alarak antikaları kaçırırlar veya çalarlar. Bilinçsiz oldukları için ne çaldıklarını bilmezler, değeri nedir pek anlamazlar, dolayısıyla ekmek parası için bazı risklerin altına girerler. Zaten biraz bilinçli olanları iyi para kazanıp antika dükkanı sahibi olmuşlar veya köşeyi dönüp başka iş yapmaktadırlar. Akılsızları ise yakalanıncaya kadar çalma ve kaçırma işlerine karın tokluğuna devam ederler.
KKTC'DEN SÖKÜLEN KİLİSE
Nereden anlatmaya başlasam bilememekteyim. Birinci müşahedem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden çalınan bir Bizans kilisesinin mihrap kısmı ve tavanıydı. Dünya KKTC'yi tanımadı, Türkler de Müslümandırlar diye o devrede ne yapacaklarını bilemediklerinden, kargaşa içinde son derece kıymetli ve hakiki Bizans eseri olan bir kilisenin freskleri tanıdığım bir antikacı aracılığıyla Kıbrıs'taki Müslümanların yardımıyla söktürülüp, parça parça Amerika'ya kaçırılmış ve De Menill Müzesi'ne satılmıştı. Benim Türk olduğumu unutup, bana depodaki parça parça freskleri gösterdikleri zaman hemen infial ederek ‘‘Bunu oradan almaya hiç hakkınız yok, bu kiliseyi nasıl kaçırdınız?’’ diye o kadar çok söylendim ki, sonunda ‘‘Biz bunu Kıbrıs'tan izin alarak çıkardık, Kıbrıslılar bize bu eseri borç verdiler’’ gibisinden bir sürü palavra sıktılar. Sonunda Teksas Houston'da ufacık ama harika modern bir kilise yaparak freskleri içine yerleştirdiler. Freskler şahane bir restorasyonla birleştirilmişti ve kapısına da ‘‘Kıbrıs halkından ödünç olarak alınmıştır’’ diye yazmışlardı. Bizim Kıbrıslılar gözlerini açmadıkları için giden gitti. Yazık oldu.
Derken 1991'de demirperde yıkıldı. Müthiş bir kargaşa vardı. Pek çok antikacı bana ‘‘Rus müzelerinden beğendiğinizi emrinize getirelim’’ gibi tekliflerle geldiler. Bu münasebetsiz teklifleri derhal reddettim ama acaba dalga mı geçiyorlardı yoksa hakikaten getirebilirler miydi sualleri kafamı epey meşgul etti. Tabii, parayı peşin istiyorlardı ve birtakım riskleri göze almam gerekmekteydi.
Bulgaristan'dan ve Romanya'dan da çok eser teklifleri gelmişti. Buralardan da gidenler gitti.
İki sene önce New York'un en nadide semtinde bulunan bir antikacı ahbabım bizim şerefimize bir davet tertiplemişti. Davette koleksiyonerler, bankacılar, müzeciler ve pek çok vakıf kurmuş, mütevelli heyetlerinde bulunmuş önemli şahsiyetler vardı. Masada bir aralık iki koleksiyonerin birbirleriyle konuşmalarına kulak misafiri oldum. Afganistan'dan gelen nadide eserleri nasıl koleksiyonlarına kazandırdıklarını anlatıyorlardı. Birbirlerine nispet yapmaktaydılar. Anlaşılan piyasa artık Afgan antikalarıyla doluydu. İdaresi zayıf olan ülkelerin ne hallere düştüğünü düşünerek birden içimin cızladığını hissettim. Artık çok geçti, giden gitmişti.
Irak, Kuveyt'e girdiği zaman Şeyh Nasır Al-Sabah'ın koleksiyonu da yağmalanmıştı. Bu müzenin yağmalanmasına basının gereken ilgiyi gösterdiğini hatırlamıyorum. Bugün Irak'taki müze soygunculuğuna verilen önem kadar ilgi gösterilmemişti. Iraklılar Kuveyt Müzesi'ni talan etmişlerdi. Allah’tan her şeyi kayıtlı olan müze bütün eserlerinin peşine düştü ve hemen hepsini tekrar piyasadan tek tek topladı. Zaten büyük bir bölümü o sırada Cambridge'de sergilendiği için müze dışındaydı. Mücevherlerin haricinde tek tek bütün eserleri buldular ve kendilerine ait olduğunu ispat ederek geri aldılar. Mücevherler gitmişti ama hiç değilse koleksiyonun büyük bir kısmını bulmuşlardı.
Ben Sadberk Hanım Müzesi'ni kurduğumda, Kültür Bakanlığı'nın bana sorduğu ilk sual, herhangi bir harp halinde müzedeki eserleri nereye saklayacağım olmuştu. Biz de, kendimize göre münasip bir adres vermiştik.
Şimdi gelelim Irak Müzesi’ne... Benim anlayamadığım nokta şu: Bush, Irak'a gireceğini aylar öncesinden ilan ettiği halde eserler paketlenerek müze dışında gizli bir yere neden saklanmamıştı veyahut herhangi bir önlem niçin alınmamıştı? Time mecmuası ‘‘Müze binasına bomba atmamaya özen gösterdik ama ganimet avcılarını durduramadık’’ diye yazıyor. Enteresandır, 'hırsızlık' kelimesi kullanılmayıp ‘‘ganimet elde etmek’’ gibi terimler kullanılıyor.
Tabii ki halkı eğitimsiz olan ülkelerdeki müzelere en büyük ziyanı kendi halkı veriyor. Yapacak bir şey yok, gitti giden, kırılan kırıldı ve koskoca Sümer, Akad, Asur ve Babilonya medeniyetlerinden kalan eserlerin dağılmasına ve harap hale getirilmesine yazık oldu.
Birden düşündüm, Arkeoloji Müzesi'ndeki lahitleri kaldıramayacağımıza göre acaba nasıl saklarız diye günlerdir kafa yoruyorum. Allah bizim ülkemizi savaştan ve kargaşalıktan korusun yoksa giden, gider...