Kral VIII. Edward'ın, tahttan feragat ederek evlendiği Wallis Simpson, Prenses Diana'nın tam tersidir. Hayatında hiç bir hayır kuruluşuna yanaşmamıştır.
Bir keresinde dostu Elsie, Fransız askerleri için eliyle yün çoraplar örüp dağıtmasını tavsiye etmiştir. Ama bu çorapları da imal etmek, çok güzel yün örmesini bilen kocası Edward'a nasip olmuştur.
Yerli hatunlar bizim medyaya her ne kadar hakim olurlarsa olsunlar, ben burada zaman zaman global medyaya hakim olmuş hatunları anlatmaya çalışacağım. Zira bu hatunlar dünya basınını çok etkilemişlerdir.
Wallis Simpson, evlilik dışı hamile kalan annesinin, bir skandala sebebiyet vermeden babasıyla evlenerek, Amerika'nın Baltimore şehrinde dünyaya gelir. Babası, o üç yaşındayken ölür. Tahsilini varlıklı teyzesi Bessie üstlenir ve hayatı boyunca arkasında olur. Çok genç yaşında Mr. Spencer ile evlenir, daha sonra ondan boşanıp Mr. Simpson'la ikinci evliliğini yapar ve Londra'da yaşamaya başlar.
O tarihlerde çirkin, yüzüne bakılmaz bir kadındır, sesi de cırtlaktır. Londra'da her nasılsa oldukça iyi bir muhite girerek ve etrafındaki detayları gözlemleyerek kendini geliştirmeye başlar. Ses tonunu ayarlar. Zayıflar, iyi bir aşçı tutar. Çin gettolarında seks oyunlarını öğrenir, çok yakın dostu olan dekoratör Elsie de Wolf'un nasihatlerini dinleyerek giyim stilini değiştirir. Çok iyi bir ev sahibi olur, güzel davetler ayarlayarak muhitinde saygınlık kazanır. Akıllı bir kadın olduğu muhakkak ki, çok bilgili olmamasına rağmen topluluklarda ortaya bir konu atarak bilgi sahibi insanların konuşmasını sağlar. Londra'daki bu muhitinde veliaht Prens Edward da vardır.
Prens Edward çok ilginç bir adam değildir ve faşist Almanlara zaafı vardır. Dolayısıyla Wallis, Alman generallerle yakın arkadaşlık kurarak Prens'in sempatisini kazanır. Prens nereye tatile giderse Wallis'i de davet eder, o da kocasına rağmen bütün bu seyahatlere katılır. Uzun lafın kısası, evli iken Prens'le flört etmeye başlar. Prens'i yakından tanıyan bazı yaşlı dostlarım onun aynı zamanda bir nonoş olduğunu da söylemektedirler. Her neyse, işin bu kısmı bizi ilgilendirmez.
Derken Kral George vefat eder ve yerine Prens Edward geçer. Bu sırada Wallis kocasından boşanır ve İngiliz halkı bu ilişkiden haberdar olur. Wallis dedikodulardan uzak kalmak için Paris'e yerleşir. Kral Edward kararını vermiştir, başında taşlı bir taç taşıyacağına bayıldığı mücevheriyle, Wallis'le evlenmeyi tercih eder. İngilizler'in tutucu geleneklerine göre İngiltere tahtında oturan bir kişi ayrılmış bir kadınla evlenemez, dolayısıyla aşkı uğruna tahtından feragat eder. Bu madalyonun bir tarafı ama, fısıltı gazetelerine göre Churchill'in, onun Alman faşizmine olan hayranlığından dolayı kendisini kibarca tahttan indirttiğidir, bu da madalyonun öbür tarafıdır. Tahttan feragat eden Edward artık ‘‘Windsor Dükü’’dür ve sürgüne gönderilmiştir. Paris'e yerleşir ve Wallis'le evlenip onu ‘‘Windsor Düşesi’’ yapar. Şimdi işsizdir ve mesleği sadece törensel krallık olduğu için de iş bulamaz.
Neye göre ve kime göre bilinmez ama gelirleri limitli olduğu için Wallis akıllı bir yöntemle Paris'teki evini bol ayna ve bol çiçek kullanarak çok az sayıdaki kıymetli eşya ile görkemli bir hale sokmuştur. İşi olmayan kocasının yanında çok şık giyinerek her zaman ilgi odağı olmaya çalışmıştır. Sanatın hiçbir koluna ilgi duymadığı gibi hiçbir hayır vakfına veya kuruluşlarına da yanaşmamıştır. Bütün işi davetlere gitmek ve karşılık vermektir. Anlayacağınız, efsane Prenses Diana'nın tam tersidir. Bir keresinde akıl danesi, dostu Elsie, Fransız askerleri için eliyle yün çoraplar örüp dağıtmasını tavsiye etmiştir. Ama bu çorapları da imal etmek, çok güzel yün örmesini ve goblen işlemesini bilen, Dük Edward'a nasip olmuştur.
Küçücük gözlü, kalçasız, göğüssüz Windsor Düşesi Wallis, son derece pahalı ve sade kıyafetler seçerek her zaman dikkati çekmiştir. Elleri çok çirkin olduğu için onları her zaman saklamaya çalışmıştır. Bir günde üç kere berbere gittiği söylenmektedir. Her zaman muntazam ve her zaman şıktır. Saçının bir kılı bile, hiçbir zaman oynamamıştır. ‘‘Kocam benim için tahtını bıraktı, dolayısıyla onun yanında her zaman derli toplu ve şık olmak benim görevim’’ deyip hakikaten girdiği her salonda şıklığı ile ve kendisine yakıştırmasıyla dikkatleri çekmiştir.
Çok iyi bir ev sahibesi ve ev kadınıdır. Her sabah elinde bir defterle evinde yapılması gereken işleri not etmektedir. Ayrıca her gün işsiz Dük'ünün programını ayarlamaktadır. Dük arada sırada dostları ile öğlen yemeklerine çıkar ve golf oynarmış. Ama Dük'ün en büyük merakı, Cartier gibi Van Clef gibi mücevhercilere gidip Düşesi için özel tasarımlarla mücevher yaptırmakmış. Nitekim ölümlerinden sonra vasiyetlerine göre bu mücevherler satışa sunuldu ve yüksek meblağlarla değerlendirilerek Fransa'nın Pasteur Enstitüsü'ne ve AIDS'le savaş cemiyetine bağışlandı.
Ne derseniz deyin, maskesini hiçbir zaman çıkarmamıştır, her zaman herkesle arasında bir mesafe bırakmıştır ve medyadaki yirminci asrın büyük aşk hikáyesi imajına hiçbir zaman ihanet etmemiştir. Sonuna kadar da hayatta en çok olmaya dikkat ettiği ‘‘hanımefendi’’ rolünü büyük bir başarıyla oynamıştır.