Çocukken bazı geceler, korkunç rüyalar görüp gecenin ortasında annemle babamın odasına dalıp ikisinin arasına girip uyumaya çalışırdım, hiç seslerini çıkarmadan beni bağırlarına basarlardı. Şimdi düşünüyorum da iyi ki çocuğum olmamış, zira gece yarısı yatağıma dalan hiç kimseye tahammül edemezdim.
Bugün Anneler Günü. 'Babalar Günü', 'Sevgililer Günü', 'Falanca Gün', 'Filánca Gün' derken, bütün günler bir tarafa, bence bunların arasında en anlamlı gün gene Anneler Günü. Ben bugün ne anneyim, ne de annem var. Çocuğum olmadı ama bütün çocuklar benim. Annem ise 1973 senesinde yani 30 sene evvel sadece 63 yaşındayken kanserden vefat etti. Bu köşede geçen sene annemi anmıştım, bu sene de müasaade ederseniz gene onu anacağım.
ÇİLEKEŞ BİR KADIN
Annem neredeyse hayatı boyunca kayınvalidesiyle yaşadı. Çok çalışan ve çalışmaktan başka hiçbir zevki olmayan bir kocası vardı. Üstüne üstlük para kazanmakla birlikte parasını daima işine yatırıp lüksten kaçınan bir adam... O kadar ki, o devirde herkesin gitmeye can attığı Cumhuriyet Balosu'na bile, eve gelen berberle uğraşarak saçlarını yaptırmış ve bütün gün hazırlanarak giyinmiş, kuşanmış bir kadına son dakikada rahatlıkla ‘‘Ben çok yorgunum bu gece gitmeyelim’’ diyebilen bir koca. Kızkardeşinin genç yaşta ölen kocası dolayısıyla manen desteği üstlenen babama çok yardımcı olmuştur annem. Velhasıl çilekeş bir kadındır ve Vehbi Koç, bugün koskoca bir iş alemi kurabilmiş ise başarısının yüzde ellisini karısına borçludur, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
HER ŞEYİ BABAMA GÖRE AYARLARDI
Babam çok titiz bir adamdı, muntazam çekmeceleri açar en alttaki mendili çekerek dolapların tekrar düzeltilmesini isterdi. Hiç unutmuyorum, ameliyat olmuştu ve yataktan ilk kalktığı gün dosyalarını tertiplemişti ve titizliğine şaşmıştım. Annem, işte bu zor adama tahammül etmişti. Hep merak ederim acaba görmeden, tanımadan evlendiği bu adama aşık mıydı diye. Bunu hiçbir zaman anlayamadım. Malum ya, Anadolu terbiyesi bu; hisler belli edilmemeli, yoksa ayıptır.
Annem, babama çok hürmet ederdi. Bütün ev babamızın yaşantısına göre ayarlanırdı. Yemek saatleri, uyku saatleri, haber dinleme saatleri, her şey, her şey ona göre ayarlanırdı. Biz kızlar da her ne kadar onun gibi fedakár değilsek de, anamızdan ne gördükse, benzerini kendi kocalarımızda tatbik etmeye çalışmaktayız.
Annem, dört çocuğunu büyüttü. Her birimizin bazı sıhhi sorunları, okul sorunları oldu ve hepsiyle annemiz uğraştı; babamıza bizim sorunlarımızı yansıtmamaya çalışırdı ki adamcağız işinde sakin kafayla çalışabilsin diye.
BOTANİST OLABİLİRDİ
Her birimizin terbiyesiyle bizzat uğraştı. Seyahatlerde ve gezmelerde benim en büyük merakım annemin elinden kurtulup sokaklarda serbestçe onu takip etmekti. Annem ise hep elinden kayıp kaçan beni aramakla vakit geçirir ve çok kızardı. Hiç unutmuyorum tam on yaşındaydım, Milano'daki Duomo Kilisesini geziyorduk, gene annemin elinden kurtularak kilisenin içinde sağa sola koşmaya başladım. Kaybolduğumu gören annem bana gene çok sinirlenmişti. Artık bana bir ders vermesi gerekmekteydi. Dolayısıyla hemen oradaki kolonların birinin arkasına saklanmıştı. Ben bir müddet hürriyetin tadını tattıktan sonra aklım başıma gelerek annemi aramaya başladım. Onu göremedim ve bulamadım. Duomo Kilisesi o yaşta bana uçsuz bucaksız görünmüştü, bir de kilisenin dışındaki günlük güneşlik havadan sonra içerisi büsbütün karanlık gelmişti. Çocuk yaşımdan beri İsa ve Musa peygamberlerin, Meryem Ana'nın, havarilerin ve meleklerin görüntüleri beni ürkütmekteydi. Bütün bu atmosferin içinde annemi göremeyince müthiş bir telaşa ve korkuya kapıldım ve ‘‘Anne, anne neredesin?’’ diye bağırıp da cevap alamayınca ağlamaya başladım. Bir müddet ağladıktan sonra annem meydana çıkarak ‘‘Ben sana elimi bırakma dememiş miydim?’’ diye beni azarlamış ve fena bir ders vermişti.
Annemin o devir için ufak bir eğitimi vardı. Ama çok akıllı olduğundan kendini mütemadiyen geliştirmişti. Eğer eğitim imkanı verilseydi bence ya botanist olurdu, yahut kimyager.
Eğitimli ve her halükarda mutlu anne ve babaların çocukları her zaman dengeli yetişirler. Eğitim daha doğar doğmaz evde başladığından, anneler ne kadar eğitimli olurlarsa çocuklar da o derece güzel bir ortamda büyürler. Sahip bulunduğumuz okul sayesinde kimi annelerin vaziyetine ister istemez vakıf olabiliyoruz. Bazı anneler çocuklarını okula bırakıp bir daha uğramıyorlar, bazıları ise okula her dakika gelip çocuğun adeta hürriyetini kısıtlıyorlar. Esasında iyi bir anne ne çok lakáyıt olmalı, ne de çocuğunun üstüne çok fazla düşmeli.
BİZLERİ HİÇ AYIRMADI
İşte bu dengeyi sağlayabilmek çok önemli. Bazı yeni zengin anneler çocuklarını bir okula atıyor, sonra da giyinip kuşanıp gece gündüz oyun oynuyorlar. Çocuklarından haberleri yok, okula da uğramıyorlar.
Bazı anneler ise kocalarından bulamadıkları sevgiyi fazlasıyla erkek çocuklarına verip, farketmeden çocuklarını anormal şekilde yetiştiriyorlar.
Hiç unutmuyorum, çocukken bazı geceler, korkunç rüyalar görüp gecenin ortasında annemle babamın odasına dalıp ikisinin arasına girip uyumaya çalışırdım, hiç seslerini çıkarmadan beni bağırlarına basarlardı. Şimdi düşünüyorum da iyi ki çocuğum olmamış, zira gece yarısı yatağıma dalan hiç kimseye tahammül edemezdim.
Annem biz dört kardeşe de aynı davrandı, bizleri hiçbir zaman birbirimizden ayırt etmedi. Çok ileri görüşlü olduğu için hepimizin geleceğinin garanti altına alınmasını sağladı.
Anacığım, sen bizleri terk edeli otuz sene oldu ama kokun hálá burnumdadır...