Paylaş
TARİH: 16 Mart 2012
YER: Moskova
“Ne kadar iyi, ne kadar büyük kaleci olursan ol ‘yalnızlık’ bizim yazgımız. Çizgide beklemek, tek başınalıktır. Ben bu yalnızlığı bazen içimdeki Çaykovski ile giderirdim.”
Böyle diyor Sovyetler Birliği döneminin efsanevi kalecisi Rinat Dassaev.. Çocukluğumun, idolüydü.
Aynı zamanda Tatar-Müslüman olan, bir zaman-ların sarı kazaklı devi ekliyor: “Kaleci hassastır. Kırılgandır. Binlerce seyircinin önünde oynasa bile 11 kişilik oyunda yalnızdır.”
Brezilyalı Barbosa’nın büyük dramı
HAKLIYDI Dassaev... Ne kadar büyük kitlelerin önünde oynasalar bile tek başına bir yaşam onların kaderi.
Mesela 1950 Dünya Kupası finali. 200 bin kişiyle gelmiş geçmiş en çok seyircinin izlediği futbol maçıdır. Brezilya Maracana Stadı’ndaki onca seyirciye rağmen sahada 2 yalnız adam vardı. Uruguay kalecisi Maspoli ve Brezilyalı file bekçisi Barbosa... Sambacıları şampiyonluktan eden gol son dakikalarda geldi. Trübünleri derin sessizliğe gömen golden sonra başlama vuruşu için topu filelerin arasından almak zorunda kalan Barbosa’nın yalnızlık ve hüznü Dassaev’in yukarıdaki sözleriyle bir kez daha aklıma geldi. Barbosa, o günden sonra ölene kadar günah keçisi oldu. Hatta 1993’te Brezilya Milli Takımı’nın kampını ziyaret etmek istedi fakat ‘Uğursuzluk’ getirir diye içeri alınmadı.
Yeri gelir tetiği takım arkadaşı çeker
KALECİ, sadece golü yediğinde yalnız değildir. Takımı gol attığında da, arkadaşlarının karşı kaledeki gol sevicine sadece kendi kalesinden katılır: Yalnız... Kaleci, maçta kimseye güvenmez. Çünkü yeri gelir arkadaşının kör kurşununa kurban gider. Kendi kalesine gol atan belki de kamptaki oda arkadaşıdır. Amatör kalecilikten gelme Sunay Akın’a göre kaleci; “Tüm takım arkadaşları kendisine sırtını dönerken, hiçbir arkadaşına sırtını dönmeyen adamdır.”
Büyük yazar Albert Camus da, bir zamanlar kaleciydi...
Zoff: “Kale, 34 yıl evimin kapısı gibiydi”
GEÇEN yıl efsanevi Dino Zoff anlatmıştı bana: “Kale, evimin kapısı gibiydi. 34 yıl bekledim orayı. Dile kolay. Sahadaki 11 oyuncunun 10’u, oynarken maçtan başka bir şey düşünemez. Çünkü hep oyundadır. Ama kalecinin vakti vardır. Beklerken düşünür. Annemi, babamı, sevgilimi, arkadaşlarımı, karımı, çocuklarımı, çok düşündüm kaledeyken...”
Kale düşerse şehir de düşer!
SAVAŞLARDA kentlerin en stratejik bölgesi eskiden kalelerdi. Futbolda da 3 direkli kale zaptedilmesi gereken en önemli bölgedir. “Kale düşerse şehir düşer!” Kaleci yasaklıdır. Sahadaki hürriyeti bir yere kadardır. Ceza sahası dışına çıkamaz. Çıkıp da elle oynarsa kızarır. Düşünebiliyor musunuz? Özgür olduğu bölgenin adı bile ‘Ceza’ sahası...
Penaltı... Kurşuna dizilme anı!
YA penaltı anı... Sanki kurşuna dizilmeyi bekler. Kural olarak atıştan önce çizginin 1 santimetre bile önüne gelemez. Ona reva görülen sadece çizgidir. Orada bile prangası var. Penaltı anı kitaplara da konu oldu. Peter Handke, ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’ adlı kitabında o korkulu anın hayata yansımasını ne güzel de anlatır.
Takım arkadaşları en ünlü film kahramanlarıyla ya da en hızlı otomobillerle anılır. Gladyatör, kral, ferrari... Onların payına ise genelde ‘Kova’ ve ‘Kumbara’ sıfatları düşer. Hatırlayın Kova Yaşar’ı, Kova Osman’ı... Ya da Kumbara Hazım’ı... File bekçisi derler ona... Bu sıfatta bile sanki bir küçümseme var. Çocukluğumdan hatırlarım, bizim mahallenin bekçisi ‘Ne iş yapıyorsun’ sorularına ‘Bekçi’ demez, ‘Emniyet mensubuyum’ karşılığını verirdi.
Casillas da Fahri de aynı yalnızlığı mahkum...
İŞTE böyle... Kaleci dramatik bir yerde, üç direğin arasında, 10 arkadaşından ayrı, yalnızdır. Bu Real Madrid kalecisi Iker Casillas için de böyledir, Hakkari Zapspor’un kalecisi Fahri Kılıç için de böyledir.
Can Yücel bile dizelerinde bu ıssız adamlara selam çakar; ‘Öyle bir gül atıcam ki size gelecek maçta... Adem Abim bilem tutamaz elleri yanar...’
Bütün ‘Yalnız adamlara’ saygılarımla...
Paylaş