Paylaş
“Sevgi” kelimesi, düşündüğümüzde dahi içlerimizi ısıtan, kalbimizi yumuşacık yapan ve zihnimizde dolanarak bizi strese sokan tüm karanlık düşünceleri bertaraf eden bir kelimedir. Bu sebeple koşulsuz sevgiye ulaşmanın en önemli üç evresinden bahsedeceğim size. Uygulaması zor gibi görünse de niyet ettikten ve kararlı olduktan sonra başarması çok kolay olan bu evrelere gelin beraber göz atalım...
FARKINDALIK EVRESİ
Farkındalık bir tür “kavrayış” anlamına gelir ve an’da kalma, geçmişe veya geleceğe odaklanmak yerine burada ve şimdi’de olma hali uygulamasıdır. Bir eylem olarak düşünüldüğünde, bulunduğunuz veya içine girdiğiniz durumun bilincinde olma, bir var oluş biçimini uygulama, duygularınızın, düşüncelerinizin ve bedensel duyumlarınızın her an nazik ve besleyici bir kavrayış halinde olma durumunu anlatır. Daha spiritüel bir yaklaşımla ise farkındalığın bizi taşıdığı yer, şükran ve şefkat duygularından oluşan bir ruh halidir. “Farkındalığın tanımı, daha net görmemize, hayatın bize sunduklarına daha etkili yanıt vermemize ve nihayetinde daha akıllıca seçimler yapmamıza yardımcı olmak amacıyla amacına uygundur.” (Shapiro, 2020) Farkındalık, olanı biteni daha net görmemize, hayatın bize sunduklarına daha etkili yanıt vermemize ve nihayetinde daha akıllıca seçimler yapmamıza yardımcı olmak amacına en uygun bilinç ve ruh durumu halidir. Farkındalık uyguladığımızda, düşüncelerimiz geçmişi tekrarlamak veya geleceği hayal etmek yerine, şu anda ne hissettiklerimizle ilgilenir ve an’ın akışına uyum sağlar. Farkındalığın kökeni eski Çin tıbbına dayanmaktadır ancak son yıllarda çok çeşitli psikolojik ve fizyolojik koşulları tedavi etmek için modern batı terapilerine de geniş ölçüde entegre edilmiştir. Farkındalığa, günlük aktivitelerimizin her birini gerçekleştirirken, sadece ve sadece yapmakta olduğumuz eyleme odaklanarak, bunu yapamıyorsak da sadece nefesimize odaklanarak ulaşabiliriz. Bu bir süreçtir, ancak uygulamaya başladığınız ilk andan itibaren saat işlemeye başlar ve siz de süreç içerisinde yol almaya başlarsınız. Gerçekten de etkileri o kadar hızlıdır ki dört-beş seans kadar az uygulama bile hem merkezi, hem de otonom sinir sistemlerinde iyileşmelere yol açabilir. Örneğin, istemsiz vücut işlevlerini düzenler, stresi ve tehlikeye karşı sürekli teyakkuzda olma halini önler ve beynimizle iç organlarımız arasındaki bağlantıyı sağlar. Sayısı bini aşkın bilimsel çalışma, farkındalık esaslı stres yönetiminin, fiziksel ve zihinsel sağlığa faydalarını belgelemiştir. Farkındalık, sadece spor kulüplerinde, hastanelerde, özel kliniklerde, yoga stüdyolarında veya uzmanından alınacak dersler ile yapabileceğiniz zor bir uygulama değildir. Farkındalık fikrine ve anlamına derinden yerleşmiş olan şey, kim olduğumuza sabitlenmiş olmaktan çok uzakta olduğumuzun kabul edilmesidir. Farkındalık ister akşam yemeği yerken, ister bahçedeki yabani otları yolarken yavaşlayarak, sadece tek bir şey yapmak ve yaptığımız şeye odaklanmaya dayalı bir yaklaşımdır. Her seferinde yalnızca tek bir şey yaparak mindfulness pratiği yapabiliriz. Beş duyumuzun hepsini kullandığımızda ve dikkatli kaldığımızda, hayatımızdaki küçük şeylerden zevk alabiliriz, yüzümüze vuran sıcak güneş ışığının ya da yatağımızdaki temiz çarşafların ya da fırında pişmekte olan kekin mis gibi kokusunun tadını çıkarabiliriz.
KABUL EVRESİ
“Kabul...” Çoğumuz için, bir şeyleri veya bir durumu olduğu gibi kabul etmek zor olabilir; çünkü gerçek kabul genellikle yalnızca üzüntü ve endişeli düşüncelerden hayal kırıklığı veya öfkeye kadar tüm olumsuz duygu yelpazemizi hissettikten sonra gelir. Ancak kendimizi bu olumsuz duygulardan uzaklaştırmak veya bastırmak aslında onların üstesinden gelmemize asla yardımcı olmaz. Bunun yerine, bu duyguların içinden geçmek için kendimize izin verip, sonunda kabulün getirdiği hafiflik ve özgürlük duygusuna kavuşabiliriz. “Görmezden gelmek daha kolayken, kötü hissetmenin ne anlamı var?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Haklısınız. İçimizdeki tüm duyguları hissetmek korkutucu olabilir. Daha da ürkütücü olanı, bu duyguların içinden çıkamayacağımız fikridir. Rahatsız edici duygulardan kaçınmak anlaşılabilir bir durumdur. Ancak deneyimlerimizi yargılamak, dikkatimizi dağıtmak veya duygularımızı bastırmak iyileşmemize yardımcı olmaz. İyileşmek için, deneyimlerimizin ağırlığını hissetmeli ve onaylamalıyız, böylece uzlaşmaya varabilir ve zihinsel, duygusal ve fiziksel olarak ilerlemeye başlayabiliriz. Ama hemen sizi rahatlatayım ki kabullenmede durum böyle değildir. Kendimize yargılamadan hissetme ve dünyayı ve kendimizi olduğumuz gibi kabul etme izni verdiğimizde, bu anları yaşamamıza ve bırakmamıza izin veririz. Kabul etme tutumu, olayları yargılamadan şimdiki anda olduğu gibi kabul etmek olarak tanımlanabilir. Kabul; çabalamama, salıverme, kendine güvenme, cömertlik, yargılamama ve farkındalığın temel bir bileşenidir. Birçok kişi kabullenmenin hedeflerimizden vazgeçmek anlamına geldiğini düşünerek “kabul”e geçmekten endişe duyar. Ancak kabul, edilgen bir boyun eğme eylemi değildir. Tam tersine değişimin ve dönüşümün ilk adımıdır. Dünyayı olduğu gibi kabul etmediğimiz zaman, durumları istediğimiz gibi olmaya zorlayarak bir direnç ve gerilim yaratırız. Kabullenme, büyümekten kaçınmak veya kendimizi bir şeylerin değişmeyeceği düşüncesine teslim etmekle ilgili değildir. Aksine olanı görmemizi ve kabul etmemizi sağlar, böylece gerçeği olduğu yerde karşılamak için uygun ve etkili adımlar atabilir ve yolumuzu oradan yani en doğru başlangıç noktasından çizebiliriz.
TESLİMİYET
Her duygu vücudumuza belli bir his verir. Çoğu zaman düşüncelere veya duygulara kapılırız ve duyumları gözlemlemeyi unuturuz. İnsan, kendini gözlemleyerek nefsine hakim olmayı öğrenmelidir. “Bunu yapmayacağım” ile “Bunu yapacağım” arasında zihin sürekli gider gelir. Gözlem yapmak yerine, gerçekte ne istediğini bilmeden, yargılar arasında savrulur. Hele bir de içimizde duygu fırtınası yükseldiğinde kendimizi kaybolmuş buluruz. Düşünceler ve duygular arasında garip bir ilişki vardır. Düşünceler duyguları harekete geçirir ve duygular da karşılığında bazı düşünceleri doğurabilir. Her zaman aynı duyguya sahip olamayız çünkü duygular değişir. İyi hissettiğimizde hiçbir sorunumuz yoktur. Sorun, kendimizi kötü hissettiğimizde ortaya çıkar. Kişi kendini kötü, moralini düşük hissettiğinde, kendini ne kadar iyi hissetmeye çalışırsa, olumsuz duygular o kadar çoğalır. Bu yüzden yoga felsefesinde ilginç ama doğru işlediği ispatlanmış bir manifesto vardır ve kabaca der ki: “Kendini düşük hissettiğinde, en alçağa atla. Su gibi ol. Suyun doğası alçak gönüllülüktür. Her zaman aşağı iner. Okyanus en alçaktır. Okyanus nasıl okyanus oldu? En düşük olanı kabul etti. Ama dağdan gelen tüm nehirler okyanusa akar. Okyanus her daim doludur. En alçak gönüllü en büyüktür. Alçak duygularını hiç sevdin mi? Hayır sevmedin ve onlarla hep savaştın. Sadece gözlerini kapat ve o alçağa git. Herhangi bir işlem yapma ve sadece kabul et. Ne kadar aşağı inersen, orada okyanusu bulacaksın ve kısa sürede yükselmeye başlayacaksın. Depresyon ve düşük duygular artık sana dokunamaz.”
HAFTANIN PRATİĞİ
Gözlerini kapa, içine doğru bir yolculuğa başla. Sadece derine in, gözlemle ve farkında ol. Bunu sadece nefesine odaklanarak çok rahat yapabilirsin. Burnundan derin nefesler al, ver. Vücudunun her bölümü rahat olmalı. Derin nefeslerle beraber pek çok duyumun yükseldiğini göreceksin. Bazı korkular ortaya çıkabilir. Korku sadece vücuttaki bir histir. Kabul et ve geç. Duygularınla savaşmaya çalışırsan, temizlenmesi daha uzun zaman alır. İçinde inanılmaz bir şey oluyor. Karanlıktan aydınlığa çıkıyorsun. Tek bir yol var ve bu yola güven! “Bırak!” veya “Teslim ol!” “Teslimiyet, kaldıramadığınız duyguları bir tabakta tutun ve sunun demektir. Kendi duygularınızı, kendi düşüncelerinizi, kendi kafa karışıklığınızı idare edemezsiniz. Karışıklığımızın farkında olduğumuzda, onu sunuyoruz. İşte buna teslimiyet denir.” -Sri Sri Ravi Shankar
Şifa Olsun! Sevgiyle...
Paylaş