Paylaş
Son üç günlük yazılarımı yorumlayan bazı arkadaşlar, benim içinde yaşamakta olduğum topluma yabancılaşmış olduğum için yazdıklarımın sadece bana ilginç geldiğini söylediler.
Olabilir, yabancılaştım gayet tabii. Üstelik bu yeni bir şey de değil.
Yıllar önce mahallede yürüyordum, karşıdan bir adam geliyor, tezgáhını iterek.
Arada bir de ‘‘Aummmm’’ diye bir ses çıkarıyor. Çok karakteristik bir ses bu, ama tanımlanması da mümkün değil.
Adam yaklaştı, ben tezgáha baktım bomboş. Hemen yanına gittim ve ‘‘Ne satıyorsun sen yahu?’’ diye sordum. Amacım bela çıkarmak filan değil, sadece ‘‘Aummmm’’ sesinin hangi malı anlatmak için söylendiğini keşfetmek. Adam da bana ‘‘Satmıyorum abi, alıyorum’’ dedi.
Ve ben o an, topluma gerçekten şiddetle yabancılaşmış olduğumu fark ettim.
***
Bundan bir buçuk ay önce Fransa'ya birlikte gittiğimiz tur arkadaşları toplanıp gezi anılarını konuşacaktık.
Etiler'e gideceğiz, taksiye binmemiz lazım. Caddeye çıktık, köşede tam beklerken taş çatlasa yarım metre arkamda korkunç bir gürültü oldu.
Altı-yedi metre yükseklikteki Eczane yazılı tabela -ki kendisi en azından 30 kilo gelmekteydi büyük ihtimalle- güm diye arkama düştü.
(Biliyorum, biliyorum, söylemenize gerek yok. Memleket için sonucu çok hayırlı olabilirdi bu olayın, ama maalesef işte şansım yaver gitti. Özür dilerim.)
Rana gözleri faltaşı gibi açılmış orada kalakaldı. Ben de olayın vahametini azaltmak için ona dönüp ‘‘Haydi yine yırttın, o kadar kişiye helva yaptırıp dağıtmaktan’’ dedim.
***
Korkmayın, yollarda başıma gelen her olayı bir ‘‘felaket günlüğü’’ şeklinde dizi yapıp her gün yayımlamayacağım gayet tabii ki.
Son olayı anlatmaktaki amacım şu: Ben bugüne kadar sokaklarda yürürken hep devamlı yere bakmaktaydım.
Yürümenin içgüdüsel bir uyumla sağlandığı yolundaki bilimsel görüş, İstanbul sokaklarında geçerli değildir.
Sağ ayak bileğim iki yıl içinde üç kez -tabii hep de aynı yerden- inanılmaz bir açı ve acıyla büküldü sokaklarda. Bizim ana caddelerde bir tek bataklık eksik, diğer bütün tehlikeler mevcut.
Bu yüzden aynı acıyı tekrar duymamak için yere bakardım hep.
Ancak düşen levha olayı, birbiriyle tamamen zıt ve hatta Maoist anlamda uzlaşmaz çelişkinin prototipi olan iki farklı şeyi aynı andan yapmamı gerektiren yeni bir fobime yol açtı.
Şu aralar her an yukarıdan bir şeylerin kafama düşeceği korkusu var bende.
Ne yazık ki benim şaşılığım yatay. Bu nedenle yatay görme alanım yaklaşık 270 derece açılı olabiliyor.
Dikey şaşı olsaydım aynı anda hem aşağısını hem de yukarısını görebilirdim, ama şu anda maalesef bu mümkün değil.
***
Şöyle bir çözüm buldum: Sokaklarda yürümeyi bir taktik savaşı olarak görüyorum artık.
Zamanında Gramsci'yi okumuş olmanın avantajlarını kullanıyorum. Zaman zaman geri çekiliyorum, sipere yatıyorum, zaman zaman da atik hareket ediyorum, atağa geçiyorum.
Önümdeki yola bakıyorum, eğer yukarıdaki potansiyel tehlike aşağıdaki potansiyel tehlikeden daha büyükse, o zaman aşağıdaki tehlike ne kadar büyük olursa olsun yolun ortasından başım gökyüzünün altında olacak şekilde yürüyorum.
(Yakında İstiklal Caddesi'nde tramvay altında kalarak ölen bir adamın haberi gelirse bilin ki o benim. Ve gazeteler ne yazarsa yazsınlar, bilin ki o olay bir intihar değil.)
***
Bakın 10 gün kadar önce ne oldu?..
Maçka'da büyük bir İtfaiye şubesi var.
Geçen gün onun önünden geçip eve doğru yürüyeyim dedim.
Bir de baktım, bir itfaiyenin merdivenini kaldırmışlar, üç itfaiyeci yukarı çıkmış, bahçeye su sıkıyorlar.
İlk önce bahçeyi bu şekilde sulamayı tercih ettiklerini düşündüm. Yani o kadar fazla hortumun zaten bulunduğu bir yere ayrıca bahçe sulamak için de ayrı hortum alacak değillerdi ya, değil mi ama?
Sonra bahçede ilkokul öğrencilerinin bulunduğunu gördüm. Anlaşılan onlara minik bir gösteri yapıyorlardı.
Bir anda yukarıdaki iftaiyeci hedefi şaşırdı ve inanılmaz güçteki su birden bahçeyi aştı.
İleriden bir bayan ile bey geliyor. Onlar da benim gibi paranoyak olmalılar, çünkü ikisi de benim gibi yolun ortasından yürüyor. Yemin ediyorum, yavaş çekim film gibiydi olay. Su yükseldi, yükseldi ve birden müthiş bir güçle adamın başında aşağıya foşşş diye döküldü.
Masmavi bir gökyüzü vardı ve adam tabii ki ne olduğunu şaşırdı. Kadın inanılmaz biçimde katiyen ıslanmadı. Her şey çok tuhaftı çok...
Burası Türkiye, yok böyle be...
Paylaş