Paylaş
Sürekli yeni komploları aramakla meşgulüm.
Arayan belasını bulur derler ya, ben de buluyorum tabii ki.
Örneğin, geçen gün New York Times'ın tarihiyle ilgili bir kitap okuyordum.
500 küsur sayfalık kitapta sadece bir satırda, 1994 yılında ABD Başkanı Bill Clinton'ın kendi kaleme aldığı kitabının Amerika'da hiç ilgi görmezken, Çin Halk Cumhuriyeti'nde çok büyük ilgi gördüğünü okudum.
Ve anında bu sizlere önemsiz gelebilecek olay ile bugünlerde Amerika ile Çin arasında yaşanan casus skandalının arasında bağlantı kurdum.
Demek ki Çinliler daha o günlerde, Çin ajanlarının para yardımı görüntüsü altında Beyaz Saray'da etkinlik sağlayıp etkileri altına aldıkları Clinton'ın, gizli bilgilerin memleketlerine aktarılmasına göz yumacağını görmüşlerdi bile.
Çok mutluyum bunu keşfettiğim için.
***
Zayıflıklarımı bu köşeden ilan etme ádetim olduğundan düşmanlarım da hemen bunların üstüne giderek beni yıkmaya çalışıyorlar.
Kitap okuma takıntımın da bazı güçler tarafından sömürüleceği belliydi.
Bu yeni komplonun dış bağlantılarını önceki gün açıklamıştım.
Oradaki hainler, James Joyce'un yeni bir kitabını keşfettikleri yalanını yayarak zaten yeterince komplike olan yaşamımızı daha da karmaşık hale getirdiler.
Ancak her dış tehlikede olduğu gibi tabii bunların da iç destekçileri var.
Konu kitap olduğu için bu iç işbirlikçileri bu sefer aydın çevrelerden geliyor. Daha kötüsü onlar yalancı da değiller.
***
Kurulmuş olan hain tuzağı ilk keşfetmem Ankara'dan Sayın Selim İlkin'in yolladığı bir yazı sayesinde oldu.
Sayın İlkin, New York Review of Books'ta 18 Mart 1999'da yayınlanan bir yazının fotokopisini yollamış.
Roger Shattuck tarafından kaleme alınan yazının başlığı ‘‘The Threat to Proust’’ (Proust'a Yönelik Tehdit).
Proust'un ‘‘Kayıp Zamanın İzinde’’ eseri yaklaşık 3 bin 500 sayfa tutuyor.
Bu sayfalarda da en basitinden şöyle cümleler yer alıyor:
‘‘Mme de Cambremer gençliğinde Chopin'in o özgür, esnek, dokunma duyusunu harekete geçiren, uzun, dolambaçlı ve ölçüsüz cümlelerini, önce çıkış noktalarının dışında ve çok ötesinde, ulaşmaları beklenen noktanın çok uzağında, kendilerine bir yer arayan ve bu kaprisli sapmalardan sonra, kasten - önceden incelikle planlanmış, şaşmaz bir dönüşle, adeta insanı bağırtacak kadar çınlayan bir kristal gibi- dönüp insanı kalbinden vuran cümlelerini, piyanonun tuşlarını okşarcasına çalmayı öğrenmişti. ’’ (Swann'ların Tarafı, sayfa 341, çeviren Roza Hakmen).
Kabul etmelisiniz ki en basit cümlesi bu şekilde olan bir romanı, hem de 3 bin 500 sayfalık bir romanı bir solukta okuyup bitirebilmek katiyen mümkün değil.
Ben böyle bir şeyi okumaya çalışırken komplo başladı ve o yazı Ankara'dan geldi.
***
Deniliyor ki yazıda, Fransızlar Proust'un ‘‘Kayıp Zamanın İzinde’’sinin yeni bir edisyonunu çıkarmışlar.
Pleiade Yayınevi tarafından çıkarılan bu yeni dizi tam tamına 7 bin sayfaymış.
Bütün eleştirmenler tarafından sonuna kadar okunması imkánsız kitaplar listesinde ikinci sırada yer alan bir kitabın (birinci sırada Ulysses var) sayfalarının aniden yüzde 100 nasıl arttığını ilk önce anlayamadım.
Böylesine tuhaf bir şeyi olsa olsa Fransızlar başarırdı. Örneğin, Amerikalılar pratik olduklarından Proust'un romanının kasetini çıkarıyorlar.
Her gece bunu ninni yerine dinleyip uyuyor orada insanlar.
Fransızlar ise kitabı 7 bin sayfaya çıkarıyorlar. İşte Avrupa'nın neden her zaman Amerika'dan geri kalmaya mahkûm olduğunun bir örneği daha.
***
Ne yapmışlar biliyor musunuz?
Proust'un kitabını yazarken almış olduğu bütün notları, eskizlerini de eklemişler romana.
Diyorlar ki, bunları da okumadan Proust'u anlamak mümkün değil.
Bunu bir milliyetçi onur meselesi yaptım. Madem Fransızlar bu kitabı okumayı başaracaklar, en azından bir Türk'ün de bunu mutlaka başarması gerekiyor.
O Türk de anlaşılan maalesef ben olacağım.
Sadece benim okumam da yeter, çünkü hemen herkesin bildiği gibi bir Türk dünyaya bedeldir.
***
Dış bağlantılı iç komplonun son adımı da geçen hafta atıldı.
Kerem Çalışkan, bana Sören Kierkegaard'ın bir kitabını hediye etti.
Size bir şey söyleyeyim mi, 7 bin sayfalık Proust'u okumaya çalışan bir insan aynı anda Kierkegaard'a da takarsa o adamdan katiyen hayır gelmez.
Daha önce de dediğim gibi, çekilen ıstırabın tek alternatifi şimdilik intihar gibi gözüküyor; bilmem siz ne dersiniz?
Paylaş