GAZETE binasında sürekli bulunmak zorunda oluşumu fırsat bilen yazı işleri benim sabrımı denemek, sınırlarımın nereye kadar olduğunu test etmek için büyük bir komplo kurmuş durumda.
Nerede patlayacağımı, patladığım anda neler yapacağımı merak ediyor olmalılar.
Bu meraklarını çok ama çok kısa sürede giderecekler çünkü kurmuş oldukları tuzak başarılı oldu, şu anda kopmuş durumdayım sevgili okurlar.
Gözleriniz ekranda olsun.
Her an FLAŞ... FLAŞ... FLAŞ anonsuyla İkitelli'de VAHŞET, veya HÜRRİYET MEDYA TOWERS'DA KAN SELİ gibi bir başlıkla karşınıza çıkabilirler.
Bakın neden böyle dediğimi anlatayım.
* * *
Benim binada olduğumu haber alır almaz sabrımı zorlaması amacıyla peşime bir ajan provokatör taktılar.
Adı Reha Erdoğan.
Gazete künyesinde vazifesi Görsel Yönetmen olarak geçiyor ancak ben bu konuda fazla bir bilgisi olduğundan şüpheliyim çünkü gerçekten de bir görsel yönetmen olsaydı ilk başta kendi görünümünü yönetmeyi başarmış olması gerekirdi.
Kendisi Mazhar-Fuat-Özkan grubunun üyelerinden bir tanesinin korku filminde rol almaya karar vermesi durumunda, korkunç görünmesi gerektiği sahnelerde onun yerine oynayacak fiziksel özelliklere sahip.
İşte bu adam beni gazetede sürekli takip ediyor.
Ve bakın sırasıyla bana neler yaptı:
1- Arşivde çalışıyorum. Gözüm zaten dönmüş durumda. Bir ara arşivdeki arkadaşlardan bir tanesi ‘‘Serdar Bey pencereye bakar mısınız’’ dedi. Baktım. Koridora bakan pencereye bu adam bütün vücuduyla yapışmıştı. Suratını yan biçimde cama dayamıştı ve de inliyordu sevgili okurlar. Yerimden kalkacak gibi oldum aniden ortadan kayboldu.
2- Biraz sonra aynı kişi çalışmakta olduğum salona girdi. Bana doğru yaklaştı ve ‘‘Ne o yahu, pek değişmişsin, pek bir yurdum insanına benzemişsin’’ diye konuştu. Sevgili okurlar, ben bu dönemde hayli değişmiş durumdayım, tüm sinirsel sistemimi bazı detay olaylara konsantre ettim diğer olaylara ayıracak sinirim de kalmadı. Dolayısıyla normal bir dönemde birçok insanı zincirleme öldürmeme neden olacak bir konuşmaya bile o gün sadece gülmeye çalışarak karşılık verdim.
3- Ertesi gün bir kola almak için büfeye gittim. Tam paramı vereceğim, arkamda bir ses ‘‘Aynısından bana da’’ dedi. Döndüm yine oydu. Bana bakmayarak konuştu, ‘‘Noel Baba'ya dönmüşsün, saçların bembeyaz olmuş’’ dedi.
4- Onu duymamaya çalışarak asansöre doğru yürüdüm, yazı işlerinin bulunduğu kata çıkacağız, ben de mecburen oraya gidiyorum çünkü arşiv de aynı katta. Asansöre başka insanlar da bindi. Tam kapı kapandı, bana döndü ve ‘‘Evladım sen arşive yeni alınan çocuksun değil mi. Bak şimdi yere tüküreceğim daha o kurumadan koşup bana Zeki Müren'in eski resimlerini getireceksin, tamam mı, haydi bakalım’’ dedi.
5- Sevgili okurlar. Hürriyet üst yönetimi bina içinde dolaşmamı engellemek için bana kapı açmaya yarayan kartlardan vermiyor. Bu nedenle neredeyse tuvalete gidecekken bile bir hayırseverin bana kapı açmasını beklemek zorundayım. Durum böyle olduğu için yazı işleri salonuna açılan kapıdan da geçemiyorum. Asansörden indik, yanımdaki ajan provokatör kartıyla kapıyı açtı, ben de geçtikten sonra bana döndü ve ‘‘Bak Serdar bana şükret, şu dünyada ben de olmasam yazı işleri salonunu görmen bile mümkün olmayacaktı’’ diye konuştu.
* * *
Sevgili okurlar, işte o anda gözüm döndü.
Diğer provokasyonları tutmamış, yazı işleri provokasyonu tutmuştu işe.
Ona saldırdım. Boğmaya niyetliydim onu.
Merdivenlerden yukarı çıktı.
Arkasından koştum ama gazete binasını benden daha iyi bildiği ve de onun kapı açmaya yarayan kartı olduğundan onu bulamadım.
Aramalarım sürüyor. Eliniz kulağınızda gözünüz ekranda olsun.