Yalana kaşarlanma mesleğidir bizimki

TEMELDE çok güzel bir meslektir gazetecilik. İnsanı güçlü yapar mesela. Sorgulama hakkı tanır hayattaki her şeyi size.

Mesleğiniz koruma zırhınızdır da bir anlamda. Dokunulmazlık sağlar size.

Rahat hareket edersiniz toplum içinde; birçok insanın üzerinde hissetmekte olduğu toplumsal baskılardan meslek icabı kurtulmuş olarak yaşamınızı sürdürmek imkánını da yakalarsınız.

Bütün bunlar gazetecilik mesleğinin evrensel nitelikleridir. Çünkü gazetecinin mesleğiyle gelen bu tür bir güce sahip olmasının, demokratik kontrol mekanizmalarını en iyi sağlayacağına inanılır demokratik toplumlarda.

* * *

Ülkemizde bize tanınmış olan bu otomatik hakların karşılığını iyi verebildik mi, üzerimize düşenleri tam yapabildik mi, dünyada yerleşmiş, kabul görmüş bir sosyal anlaşma gereği bize tanınmış olan dokunulmazlıkları toplumsal iyinin gelişmesi için kullanabildik mi?

Bu soruların cevabı ileriki yıllarda çok daha kapsamlı verilecektir muhakkak.

Benim bu yazıdaki sorunum başka.

Uzun zamandır içimde hissettiğim, yüreğimi daraltan, beni neredeyse düşünsel bir inzivaya itecek raddeye gelen bir başka yönünden bahsetmek istiyorum bizim mesleğin.

Yalana kaşarlanıyoruz bizler sevgili okurlar.

O kadar çok yalan, sahtekárlık, ikiyüzlülük duyuyoruz, görüyoruz ki mesleğimiz gereği... Eğer kendimizi sağlam tutmazsak, bir süre sonra bunların normal insanlık durumu olduğu ve hiçbir şeyin, hiçbir zaman değişmesinin imkánı bulunmadığı gibi son derece karamsar bir sonuca varmamamız da güç oluyor.

Mesela ben bu sonuca çoktan varmış durumdayım. İçimde bir ses bunun yanlış olduğunu, bu kısırdöngüden çıkmam gerektiğini söylemesine rağmen birçok konuda değişim göreceğim umudunu da tamamen yitirmiş haldeyim.

* * *

Alın mesela seçim olacak mı olmayacak mı tartışmasını.

Sahtekárlık akıyor bu tartışmanın her boyutundan.

Sanki bu ülkede seçim olup olmayacağı sadece ekonomik göstergelerle ilgili bir konuymuş gibi konuşuyor insanlar.

Sevgili okurlar. Bu memlekette bir 28 Şubat süreci yaşanmadı mı?

Bu memlekette iktidarın bir daha ‘‘dinci’’ bir partiye verilmemesi, bırakılmaması yönünde alınmış bir ‘‘yönetenler ortak kararı’’ yok mu?

Bu ülkenin, yönetme yeteneğini kaybetmiş bir Başbakan ve tuhaf bir koalisyona mahkûm olmasının tek nedeni, sistemin bütün partilerinin şu anda seçim yapılsa yüzde 10'u bile aşamayarak Meclis dışında kalacak olmaları değil mi?

Bugün bir seçim olsa ‘‘dinci’’ partinin oyların neredeyse yüzde 30'unu toplayarak iktidara gelecek olması, bugün iktidarda bulunan koalisyonun memlekete yaptığı bütün olumsuzlukları yiyip yutmak zorunda kalmamızın asıl nedeni değil mi?

Meseleye bu şekilde baktığınızda koalisyon ortaklarının da bu işten çok memnun olduğu, ‘‘nasıl olsa ne yapsak yiyip yutacaklar, bırakın yüzde 10'un altında kalalım’’ diyerek işleri götürdükleri, normal bir zamanda cesaret etmeyecekleri işler yapmaya başladıkları ve bu durumun sürmesi için toplumdaki her güç odağından destek aldıkları ortada değil mi?

Bütün bunlar neden söylenmiyor, neden bazı gerçekler ‘‘saygın’’ olma görünümü altında gazetelerdeki köşelerde tartışılmıyor?

Türkiye'de bir seçim yaşanmasının bu durumda imkánsız olduğu, seçim olsa bile iktidara gelmesi olası bir partiye bu iktidarın uzun süre bırakılmayacağı ve Türkiye'nin tekrar krize sürükleneceği, bu nedenle de bizim eli ayağı tutmayan bir koalisyonun yönetimini kabul etmemiz gerektiği, yese de yemese de bu işin böyle olduğu neden açıkça söylenemiyor da seçim sanki olabilirmiş gibi senaryolar filan tartışılıyor?

* * *

Bir büyük yalan oynanıyor Türkiye'de ve siz alışık olduğunuz diğer yalanlar üzerine bir de bunu yaşamak zorunda kaldığınızda, gazeteci olarak önümüzde üç seçenek kalıyor var olabilmek için.

Ya bu oyunun, bu yalanın aktif bir oyuncusu olacağız.

Ya bu oyunun dışına çekeceğiz kendimizi, mesleği tamamen bırakacağız.

Ya da birinci ve ikinci alternatifler söz konusu olamıyorsa son kalan çareye başvuracağız ve düşünsel bir inzivaya çekeceğiz kendimizi.

Şunu da bilin ki hangi alternatifi seçmiş olursa olsun, hiçbir meslektaşı eleştiriyor filan değilim; çünkü birey olarak var olabilmenin, ayakta kalabilmenin faturası da son derece ağır oldu son zamanlarda Türkiye'de.

Hepimiz bir bedeli şöyle ya da böyle ödüyoruz...
Yazarın Tüm Yazıları