Vahim bir gelişme üzerine

BUGÜN son derece vahim ve bir o kadar da trajik olan bir gelişmeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

‘‘Aylık asgari harcama tutarı’’ diye bilinen bir kavram var.

Yoksulluk sınırı da deniliyor bunun adına.

Ben bir süredir bu tutardaki yükselişi takip ediyorum.

Ve son olarak farkına vardım ki ‘‘aylık asgari harcama tutarındaki’’ yükseliş hızı, benim maaş artış hızından çok daha fazla.

Bunun anlamı da net gayet tabii ki.

Eğer bir süre daha bu abuk durumun sürmesine izin verilirse benim maaşım da aylık asgari harcama tutarı ile eşit hale gelecek ve bu da teorik açıdan açıklanması son derece güç bir durumun ortaya çıkmasına neden olacak.

Bakın son cümleyi yazar yazmaz cümlemi geri çekmeye karar verdim.

Tamam kabul ediyorum benim de yoksulluk sınırına yaklaşmamın teorik bir açıklaması mutlaka vardır, böyle bir şey illa da yoktur diye ısrarlı değilim.

Ama en azından şunu kabul ediniz ki böyle bir şeyin olması durumunda gelinen nokta felsefi açıdan son derece absürd olacaktır.

Değil mi ama?

Ve ayrıca bu tehlikeli bir gelişme de olacaktır çünkü ben de o zaman ‘‘Yahu ben bile yoksulluk sınırına yaklaştıysam o zaman millet ne yapacak, bu duruma yol açan herkesin sülalesine başlarım şimdi’’ diye konuşup yazmaya başlarım ki bu da hoş olmayabilir yani!

Şimdiden uyarayım da!

***

Yazılarımda fazla küfür etmemden hoşlanmıyor üst düzey yöneticiler.

Terbiye sınırlarını aşmamalıymışım, öyle diyorlar.

Tamam da yani bazen olan bitenler de terbiye sınırını zorluyor be babam, ben ne yapayım yani?

Vatandaşlarını hiç durmadan, hiç aman vermeden fakirleştirmeyi amaç haline getirmiş bir sistem var bizde.

Üstelik, bu sistem üzerinde de ‘‘toplumsal uzlaşma’’ yaratılmış durumda.

Vallahi billahi bu büyük başarı, böyle bir konuda bile konsensüs sağlanmış olması bizim memleketi yönetenlerin gerçekten becerikli olduklarını gösteren en büyük delildir bence.

Kendisinin oyulmasına bu kadar fazla destek vermiş bir seçmen kitlesi demokrasi tarihinde ilk kez görülüyor!

İşin acıklı tarafı, böylesine güzel bir seçmen kitlesini bile nasıl yöneteceği konusunda tek bir fikri olmayan insanlar topluluğu siyaset yapma adına oradan oraya koşturup duruyor etrafta.

Kendilerine böyle bir açık çek verilmiş, buna rağmen yönetme işini ağızlarına yüzlerine bulaştırıyorlar.

Pes doğrusu.

***

Hep söyledim yine tekrar etmeliyim.

Televoleci iktisatçılar kızacak bunu söylememe ama ne yapayım, onların istediği türde bir dünya ne yazık ki yok etrafta.

Onlar insanların var olmadığı bir ekonomiyle ilgili teori yapıyorlar hálá daha.

Rakamların aslında insanlarla alakalı olduğunun ne yazık ki farkında değiller.

Bu memleketin en büyük, belki de tek sorunu fakirliktir.

Çok küçük bir azınlık dışında hemen her insanın sürekli olarak fakirleştiği bir ülkedir Türkiye.

Ve işin acıklı yanı seçime gidildiği şu anda bile hiçbir parti memleketteki bu fakirleştirme politikasıyla ilgili ne yapılacağını söyleyememekte, çünkü ne yapılacağı konusunda kimsenin tek bir fikri bile bulunmamaktadır.

Kemal Derviş'in başarısı olarak sunulan şey kitlesel fakirleştirme yoluyla krizden çıkılma politikasıdır.

Bunu eleştiri olarak, onu yıpratmak için de söylemiyorum. Derviş doğru olarak bildiğini yapıyor ve işe teknik açıdan bakarsanız bunun dışında yapabileceği bir şey de yok aslında.

‘‘Ekonominin dengeleri’’ hepimizin fakirleşmesini gerektiriyor.

Benim karşı çıktığım, üzerinde tartışma açılmamasını anlayamadığım nokta başka.

Ekonomi siyasetin temelidir. Ekonomi rakamlardan ibaret değildir, rakamların sınıfsal temelleri vardır.

Her rakam sosyo-politik işaretler içerir, rakamlar arasındaki denge veya dengesizlikler sınıfsal çatışmaları, sosyal tercihleri yansıtır.

Böyle bir şey hiç yokmuş gibi davranılıyor son zamanlarda, rakamların sadece tek bir kurtuluş yolunu işaret ettiği söyleniyor.

‘‘Tek kurtuluş yolu’’ konusunda toplumsal uzlaşma olduğu zaman, alternatifleri düşünmek imkánsızlaşır.

Bu imkánsızlaşınca da insanlara fakirleşmelerinin daha ne kadar süreceği, daha ne kadar tahammül etmeleri gerekeceği, o kadar tahammül gösterdikleri takdirde durumlarının nasıl iyileşmeye başlayacağını anlatmak da imkánsızlaşır.

Türkiye'de yaygın bir umutsuzluğun olmasının nedeni de budur, çünkü insanlar bu ‘‘imkánsızlığın’’ duvarına çarpmışlardır.

Türkiye'nin ‘‘duvarları yıkacak’’ cesarette insanlara ihtiyacı var.

Var olanla yetinmeyin, ‘‘imkánsızı’’ talep edin.

Zorlayın şu karşınıza oy için gelecek olan politikacıları, teslim olmayın onların tek gerçek diye anlattıkları masala.
Yazarın Tüm Yazıları