SHARON Stone'un genel yayın yönetmeni olan kocası, kendisi gibi genel yayın yönetmeni olan iki adamın, karısıyla iki saat boyunca kapalı bir mekánda bir arada olacağını bilseydi, eşini katiyen Cannes'a göndermezdi.
Üstelik o iki genel yayın yönetmeninin ikisinin de Türk olması Stone'un kocasının hiç bilmeden üstlenmiş olduğu risk katsayısını bir anda üç veya dört misline çıkaran bir olay. Bunu da bilmiyor adamcağız.
Ne biçim genel yayın yönetmeni bu adam bilmiyorum ki ya, yani adamın dünyada hiçbir şeyden haberi yok.
Yaklaşan açık ve yakın tehlikeleri göremeyen bir insana nasıl olup da Amerika'da bir gazetenin yönetimini teslim ettiler, bunu anlamam mümkün değil.
* * *
Sevgili okurlar. Geçtiğimiz perşembe günü Sharon Stone önemli bir badire atlattı. Deyim yerindeyse ucuz kurtuldu.
Üst düzey yöneticilerin en üst düzeyi genel yayın yönetmenim Ertuğrul Özkök ve o gazeteden maaş alsaydım onu da üst düzey yöneticilerin en üst düzeyi diye adlandıracağım ama şimdilik sadece genel yayın yönetmeni demekle yetinmek zorunda kaldığım Mehmet Y. Yılmaz o gün Sharon Stone ile yaklaşık iki saat kapalı bir mekánda bir arada bulundular.
Olay hadisesiz atlatıldı, bundan eminim çünkü her ikisi de ertesi gün bu meseleyi kendi köşelerinde yazdılar.
Herhangi bir vukuat olsaydı ikisi de o gün Sharon Stone'u görmüş olduklarını kesinlikle reddeder ve hatta ‘‘İki gözümüz önümüze aksın ki yalan söylemiyoruz’’ diye yemin de ederlerdi.
Ve üstelik birbirlerini şahit de gösterirlerdi doğru söylediklerini ispat etmek için.
Gerçi iki genel yayın yönetmeninin birbirini korumak için konuştukları dünya tarihinde pek görülmemiştir ama sadece bu konuda bir ilkin gerçekleşeceğine de eminim eğer gerek kalsaydı bunu yapmalarına.
* * *
Olay hadisesiz atlatıldı cümlesi aslında son derece absürd bir cümle ama ne yapayım bu konuyu en iyi ancak bu şekilde anlatabiliyorum.
İkisinin aynı gün konu hakkında yazdıklarını okuduktan sonra iki önemli gerçeği fark ettim.
Birincisi şu: O gün Sharon'a yönelik asıl tehlike Özkök'ten değil Mehmet Y. Yılmaz'dan gelmiş durumda.
Bu aslında alışık olunmadık bir durum ama maalesef öyle.
Çünkü Yılmaz'ın konu hakkındaki yazısını okurken onun yavaş yavaş Stone'a áşık olmaya başladığı gibi bir izlenim ediniyorsunuz.
Bilindiği üzere bu da olağanüstü tehlikeli bir durum, çünkü:
Mehmet Y. Yılmaz bu işin kitabını yazmış bir insan ve bilgilerini pratiğe geçirdiği anda her şeyin olağanüstü komplike olacağı kesin.
Ve de üstelik kendi kaleminden ifade ettiği üzere ‘‘Aşkta karşılık görmeseniz de ısrarlı olacaksınız’’. Yani Sharon hayat boyu uğraşmak zorunda kalacağı bir meseleden kıl payı kurtuldu o gün anlayacağınız.
İşin tuhafı kadınlar galiba hangi erkeğin kötü niyetli olduğunu, hangisinin ise saf hislerle kendilerine yaklaştıklarını içgüdüsel olarak da hissediyorlar.
Çünkü baksanıza o gün Stone, bizim genel yayın yönetmeninin yanına bile uğramazken Mehmet Y. Yılmaz'ın gözlerinin içine bakarak ona ‘‘Hi’’ yani ‘‘Merhaba’’ demiş.
O ‘‘Hi’’ lafının kendisinin nasıl da içinden çıkılması mümkün olmayan bir aşk sarmalına itebileceğini, nasıl da bitip tükenebileceğini bilseydi onun yanına katiyen yaklaşmaz, kendisine kolay halledebileceği, kolaylıkla anlayabileceği ve aslında son derece rutin olan sorunlar yaratma eğilimlerinde olduğu yazısından belli olan Ertuğrul Özkök'ün yanına giderek ona ‘‘Hi’’ der ve risklerini de minimize ederdi.
* * *
Anladığım kadarıyla gözlem gücünüzün kuvvetli olması ve detaylara dikkat etmek bu hayatta genel yayın yönetmeni olabilmenin önkoşulu.
O gün her iki genel yayın yönetmeni de kadıncağızın teninin şeffaflığına takmışlar.
Ben orada olsaydım bacağına, göğsüne, ne bileyim başka rutin ve banal organlara takardım, onlar ise felsefi takılıyorlar.
Ben bu sıradanlığım nedeniyle hayatta hep yazar olarak kalacağım, hiç yükselemeyeceğim bunu da biliyorum.
Felsefi takılırken de farklılar. Mehmet Y. Yılmaz teninin bu şeffaflığı nedeniyle Sharon'un bir Boşnak kızı olabileceğini düşünmüş.
Dikkat edin bakın yazısındaki eğilim aşkı da aşıp muhtemel bir evliliğe doğru da gidiyor, nişan takmaya karar verdiği kızın kökenlerini araştırmaya başlamış gibi o.
Ertuğrul Özkök ise bir kadın teni hakkında bugüne kadar duymuş ve okumuş olduğum en tuhaf tanımı yaparak ‘‘O ten bana henüz yumurtadan çıkmış şeffaf balıkları hatırlatıyor’’ diye yazdı.
Anlayacağınız o önündeki somut meseleye sadece Darvinist hislerle yaklaşmayı istikrarlı olarak sürdürüyor ki bana da sorarsanız bu çok daha rasyonel yahu.