Paylaş
Geçen haftayı sosyal darvinizm üzerine yapmış olduğum çalışmanın sonuçlarını aktararak geçirdim. Çok da iyi yaptım, çünkü açıkçası sosyal darvinist olmasaydım bu pazar yazısını da yazmam imkánsız olurdu.
RANA'nın ses düzeyinin gittikçe yükselmekte olduğunu bundan iki ay kadar önce fark ettim.
‘BANA KAHVE GETİRSENE’ dedi.
Ben de ona ‘Yahu ben içerki odada değilim, neden bağırıyorsun ki’ dedim.
O da bana ‘BAĞIRMIYORUM Kİ CANIM, NEREDEN ÇIKARDIN BUNU’ dedi.
O noktada vahim bir problemle karşı karşıya kaldığımı anladım ama her zaman olduğu gibi sesimi fazla çıkarmadım.
Bizim ev öyle küçük ki bir odada kendi kendine fısıldayarak konuştuğun zaman bile ta uçtaki odadaki kişi ‘efendim ne dedin’ diye yanınıza gelebilir.
Durum böyle iken aynı odada yer alan iki kişiden bir tanesinin bu kadar bağırarak konuşması hayra alamet değildi.
* * *
Sonra durum gittikçe abartılı hal almaya başladı.
Diyelim ki şarap içerek bir film seyrediyoruz.
Korku filmi mesela.
Rana ‘BANA BİRAZ DAHA ŞARAP VERSENE’ dediği anda kalbim iki kez ekstra sistol devrialemi yapıveriyor.
Ürkütücü vallahi billahi.
Aniden konuşmasını minimuma indirmek için yeni bir hayat tarzı seçtim kendime.
Sürekli onu izliyorum.
Çayı bitmek üzere mi, daha onun konuşmasına fırsat vermeden dolduruyorum fincanı.
Şarap mı azaldı hemen servis yapıyorum.
Masada tuz mu eksik, Serdar hemen mutfakta. Hatta mutfağa doğru seslenmesini engellemek için evde bulunan bütün sosları filan da hızla yanımda taşıyorum ki bir şeyi eksik bulup tekrar konuşmasın.
* * *
İlk ihtimal olarak aniden sağır olup olmadığını araştırdım.
Ancak bu kısa sürede ihtimal dışı kalan bir opsiyon oldu.
Çünkü bir akşamüstü bir masaüstü bilgisayar, bir laptop bilgisayar, bir printer, bir faks makinesi, bir küçük buzdolabı, Rana'nın nedense atmayı refüze ettiği, bilgisayarlar dünyada ilk kez ortaya çıktığında inşa edilmiş olan ve bu haliyle de bir Rus tankına benzeyen gelmiş geçmiş en eski bilgisayar, bir minik televizyon, bir masa, bir masa daha, bir kütüphane, içinde ne olduğuna bakmaya korktuğum bir büyükçe kutu, kütüphanenin üstünde dört boş karton kutu, bir eski Brother marka daktilo makinesinin durmakta olduğu taş çatlasa 10 metrekarelik odamda oturuyordum.
Ha pardon, pardon, pardon kedi tuvaletini unuttum.
Odamdaki o muhteşem kokuyu sağlayan şeyi nasıl da unuturum yani, hayret bişi.
İnternette pornografi siteleri üzerine mutat çalışmamı yapıyordum.
Çok acıkmışım, cips yiyordum bir yandan da.
Rana'nın ayak seslerini duydum.
Hayatta beni korkutan ikinci ayak sesi budur.
Diğeri de darbenin ayak sesleridir. Hangisinin sonuç itibariyle daha vahim olduğu da kesinlikle tartışmalıdır.
Hemen tıklayarak sanki bilgisayarda New York Times'ı okuyormuş gibi yapmaya başladım.
‘HAYROLA TELEVİZYON MU İZLİYORSUN’ diye sordu.
Buna düşünerek cevap vermem gerekiyordu. Rana'nın böyle tuzak soruları vardır. İlk çıkmaya başladığımızda ben tecrübesiz olduğumdan bunlara aklıma gelen ilk cevabı verirdim.
İlk çıktığımız yıl 11 kez filan bu yüzden ayrılmıştık.
‘Hayır, baksana internette gazete okuyorum’ dedim.
‘HA BEN DE BİR BESLENME SESİ DUYDUM DA ACABA DİSCOVERY KANALINDA BELGESEL Mİ İZLİYORSUN DEDİM’ dedi.
Ve aynı ayak ses efektleriyle içeriye gitti.
Meseleyi özetleyecek olursam cips yeme sesimi ta içerki odadan duymuştu.
Yani sağır değildi. Yüksek sesle ve hatta bağırarak konuşmasının başka nedenleri olması gerekirdi.
* * *
İşte bu noktada bilim yine devreye girdi.
Sosyal darvinizm bana aradığım cevabı buldurdu.
Bunu açıklamadan önce bazı gözlemlerde bulunmak zorundayım.
Türklere laf anlatmak hemen hemen imkánsızdır.
Bizim millet bir şeyi doğru olarak kabul ediyor ise bunun doğru olmadığını ona anlatacak adam daha anasından doğmamıştır.
Bu aslında feci bir olaydır ama iyi yönleri de bulunmaktadır.
Halkın fikri hiç değişmediğinden Türkiye'de ne teokrasinin, ne faşizmin, ne de komünizmin yerleşmesi katiyen mümkün değildir.
Çünkü bu akımlar insanların fikirlerini bayağı değiştirmelerini gerektirirler.
Bu genelde böyledir ama bazı meslek gruplarında durum daha da vahimdir.
Örneğin alın Türk aşçılarını.
Bizim aşçılarımıza bir yemeği farklı yöntemlerle pişirttirmek imkánsızdır.
Dünyadaki hiçbir güç onlara yenilik öğretemez.
Annelerinden ne gördülerse öyle pişirmeye devam ederler ve üzerlerine fazla giderseniz de işi bırakıp giderler.
* * *
Benim yaptığım en doğrudur diyen ikinci meslek grubu da inşaatçılardır.
Ustalar ve yardımcılarına yeni bir yöntem anlatmak belki imkánsız değildir ama imkánsıza yakındır.
İşte Rana'yı da yakan bu gerçek olmuştur.
Sürekli inşaat şantiyelerinde iş yaptırmaya çalıştığı için bağırdığı takdirde karşı tarafın anlatılanı daha iyi anlayacağını düşünmeye başladı Rana.
Tabii bir de gürültülü ortam olduğu için normal konuşması haykırma haline dönüştü.
Anlayacağınız Rana'nın sesi sosyal çevrenin etkisiyle evrilmiş ve darvinist bir sentezle bugünkü düzeyine ulaşmıştı.
Bu sonuca ulaşmamı sağlayan sosyal darvinizm bilmine sonsuz şükranlarımı arz ediyorum.
Paylaş