YAŞAMINI yazarak kazanmayı tercih etmiş insanların sıkça karşılaştıkları bir sorudur, ‘‘Sen bunu nasıl söylersin’’ sorusu.
Yazı mesleği açısından son derece mantıksız bir sorudur aslında bu, ama bir o kadar da yaygın kullanılıyor.
Doğal olarak dünyada herkesin bir fikri var; bunu ifade etme özgürlüğünün de olduğu söyleniyor ve insanlar bunu yapıyorlar.
Ve tecrübeyle sabittir ki, dünyadaki her insan, okuduğu her yazarın aynen kendisi gibi düşünmesini talep ediyor.
Yazar bunu yapmadığı zaman da muteber bir insan olmaktan çıkıveriyor o insanın gözünde.
Bana her gün gelen e-mail'leri derleyip kitap haline getirsem, yazardan taleplerin ne kadar da çelişkili olabildiğini herkes görse, belki o zaman bir ihtimal durum biraz normalleşebilir, ama ben o zaman da bir şey değişmeyeceğine eminim.
Yazı, onu yazan için hayati önemdedir de, onu okuyan açısından gayet tabii ki önemi fazla değildir. Yazı, özellikle de gazete yazısı şöyle bir okunup geçilmesi gereken, pek de hayat değiştirici önemde görülmemesi gereken bir olaydır bence.
Gazete yazısına haddinden fazla önem verildiğinde, dünyadaki önemli şeyler hiyerarşisindeki olması gereken düzen sarsılır ve bu da iyi bir şey değildir.
* * *
Geçen hafta Ortadoğu'daki durumla ilgili bir fikir açıklaması girişimim oldu.
Hemen tepkiler geldi gayet tabii ki.
Örneğin, ben İsrail'de nüfusun yüzde 46'sının Filistin'de bir ‘‘transfer’’ politikası izlenmesi gerektiğine inandıklarını söylemişim.
Ve transfer politikasının da aslında etnik temizleme harekátı olduğunu, bunun da faşistlere özgü bir iş olduğunu yazmışım.
Geldi tepkiler, ‘‘Vay sen bunu nasıl söylersin’’; haydi bakalım al başına bela!
Yahu kardeşim, ben İsrail'e fiilen gidip de kamuoyu yoklaması yapmadım ya.
Veyahut gece uyurken yukardan vahiy filan da gelmedi tabii ki.
Newsweek Dergisi'nde yazıyor bu aktardıklarım; üstelik de ‘‘aktarma’’ politikasının faşist bir uygulama olacağını söyleyen derginin yorumcuları değil, bizzat İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı.
Üstelik de din adamı kendisi.
Bu mantıkla gidersen, İsraillilere de ‘‘Siz nasıl söylersiniz bunları’’ dememiz gerekecek.
Ve öyle bir eğilim de yok değil yani. Bakıyorum da İsrail'in kendi içinde yaşanmakta olan tartışmalarda edilen lafları Türkiye'de söylemeye kalksanız, hemen kızıveriyor insanlar.
Onların kendilerine yöneltebildikleri eleştirileri, biz onlara söylemekten çekiniyoruz gibi bir hava var ve bu gayet tuhaf doğal olarak.
* * *
Bir başka tepki çeken husus da canlı bomba olayı karşısındaki tavrım.
Ben aslında canlı bombalarla masum insanları öldürmenin korkaklara özgü bir olay olduğunu, bunu yapan insanın artık karşı tarafta masum insan kalmadığı yolunda bir inanışa sahip olması gerektiğini, bir tarafta bu tür bir inanış yaygınlaştığı zaman karşı taraftakilerin de ötekilerde masum insan kalmadığı inancına sahip olmayı hak olarak görecekleri, bu duruma gelindiğinde de ortada haklının kalmadığı bir çılgınlık sarmalından başka bir olay kalmayacağını düşünüyorum.
Ancak aldığım tepkiler, Türkiye'de Ortadoğu meselesi üzerine rasyonel düşünmeye çalışan insanların sayısının gün geçtikçe azalmaya başladığını gösteriyor sevgili okurlar.
Çünkü bu da bir şekilde iç düzenimizle alakalandırılmış insanların kafasında. Bu nedenle de sinirler gerginleşmiş ve rasyonel söylemin dışına çıkılarak başkalarının kavgası aynen Türkiye gündeminin bir parçası gibi algılanmaya başlanmış.
Bunu görünce anlıyorsunuz ki, bu memlekette siyasetçi olmak da zor, asker de, sıradan vatandaş da.