DÜNYADAKİ her ülkede, bizdeki tanımlamayla ‘‘derin’’ olarak tanımlanan bir gizli devlet yapısı vardır.
Siyasetin kısa vadeli iniş çıkışlarına karşı toplumu uzun dönemde belirli sınırlar içinde, istikrarda tutabilmek için kurulmuş bir gizli düzendir bu.
Kitaplarda yazıldığı şekliyle ‘‘demokrasi’’ tanımına aykırıdır bu durum belki ama sonuçta uzun dönemli istikrarın demokrasinin ön şartı olduğu gibi bir argüman ileri sürülerek ‘‘derinliği’’ savunanların da haklı olduğu yanlar vardır şüphesiz.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tüm dünyada dengeler yeniden kurulurken, her ülkede ‘‘derin devletin’’ sorumluluğunu almış olan insanların birbirleriyle konuşmasını, koordineli hareket etmesini sağlayacak, tanım gereği şeffaf olmaması gereken mekanizmalar da kuruldu.
Bir tür ‘‘gizli Birleşmiş Milletler’’ teşkilatıydı bu ve eğer meseleye gerçekçi bakarsanız belki de dünya ölçeğinde istikrarın belirli sınırlar içinde korunabilmesinin de teminatıydı bu gizli düzenin varlığı.
Bu düzen nedeniyledir ki her ülkede belirli isimler hiç durmadan gündeme gelir, onlar toplumların hayatında hep bir şekilde vardırlar.
***
20'nci yüzyılın ikinci yarısında başarıyla sürdürülen bu düzeni 21'inci yüzyılın başında iki ülkenin tehlikeye attığını görüyoruz.
Bunlardan ilki Amerika Birleşik Devletleri.
Amerika, yeni yönetimiyle dünya düzenini yeniden kurmaya giriştiğinden, eski düzende kurulmuş olan gizli bağlantılar, gizli süreçler de bir anda çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Bugün Amerika'da başta eski düzenin baş teorisyeni Henry Kissinger olmak üzere belli başlı isimlerin Amerikan yönetimine karşı tavır almak zorunda kalmalarının temelinde yaşanmakta olan bu gizli mücadele yatmaktadır.
Uluslararası düzene aykırı davranan ikinci ülke ise Türkiye'dir.
***
Bu tuhaf duruma nasıl ulaşıldı anlatmaya çalışayım.
Türkiye'de derin devlet Cumhuriyet tarihinin her döneminde son derece aktif olmuştur.
Türkiye'nin koşulları, coğrafi konumu, etnik yapısı ve radikal İslam'a karşı tavır alma zorunluluğu nedeniyle derin devletin bu ülkede diğer ülkelerden çok daha aktif olması teorik düzeyde normal karşılanmalıdır.
Ancak 1990'lı yıllarda ‘‘derin devleti’’ yürüten insanlar kendi korumaları altında olması gereken sisteme olabilecek en büyük darbeyi vuran bir dizi yanlışı üst üste yaptılar.
28 Şubat süreci, haklı endişelere dayanmakla birlikte büyük bir hataydı, çünkü tehlikeler abartılarak tepki verildi.
Süreci, onu uygulayanlar açısından çok daha yıpratıcı yapan bir başka neden ise ‘‘derin devletin’’ amaçlarına yardım ediyorum diye ortaya çıkan insanların bir süre sonra kişisel çıkar, soygun ve ilkesizlik üzerine kurulu bir mekanizmayı oluşturmalarıdır.
Ve sonuçta bu insanların davranışları nedeniyle adı üstünde derin yani gizli olması gereken bazı mekanizmalar Türkiye'de bir anda şeffaflaştı.
Yine tanım gereği bu tür işleyişlerden habersiz kılınması gereken halk, bir anda adına derin devlet denilen veya onun adına hareket ettiği iddiasında olan insanların nasıl da çürümeye başladığını yaşamın her alanında görmeye, izlemeye başladı.
Eğer bugün gelinen noktada bazı insanlar seçimden korkuyorsa, oylar bazı partilere önlenemeyen bir şekilde akıyorsa, bu sadece insanların kendi gözleri önünde, gayet şeffaf bir şekilde çürüyen mekanizmadan artık kurtulmak istemelerinin bir sonucudur.
***
Sistemi daha fazla zarar almadan koruyacaksak, tepkilerin ortaya çıkmasını, normal kanallar içinde kalmasını, birikmiş tepkilerin, kinin gazının alınarak toplumun sakinleşmesini sağlayacak adımları atmak gerekiyor.
Ancak gördüğüm kadarıyla bizim ‘‘derin devletçiler’’ panik içindeler, makul laf dinleyecek halleri yok.
Hálá daha belki bir dönem başarılı olmuş ayak oyunlarını yine denemeye çalışarak ayakta kalmaya ve sistemi sürdürmeye çalışıyorlar.
Devlet adamlığı belirli dönemlerde geri adım atmayı, alışıldık tavırlardan kurtulmayı ve o alışıldık tavırların aslında uzun dönemde toplum düzenini olumsuz etkilediğini kavrayarak yeni döneme özgü yeni tavırlar alma basiretini gösterebilmeyi gerektirir.
Öyle görülüyor ki Türkiye'de ‘‘devlet adamı’’ sayısı gerçekten azalmış durumda, çünkü sayı azalmasaydı bugünkü acıklı görüntülerin ortaya çıkması mümkün değildi.
Eğer seçim ertelenirse bu Türkiye Cumhuriyet tarihinde yapılmış olan en büyük hatalardan bir tanesi olacaktır.
Seçim ertelemek için manevra yapanlar, ittifaklar kuranlar artık bitmiş, tükenmiş, meşruiyeti kalmamış bir ‘‘toplum düzenini korumacı’’ anlayışın temsilcileridir.
Üstelik tükenmeyi, çürümeyi, bitişi yaratanlar da kendileridir.
Bu seçim ne zaman yapılırsa yapılsın olacaklar bellidir, bir döneme ait çürümüşlükler tasfiye olacaktır, seçmen sabırla o anı beklemektedir.
Ve unutmayın ki Türkiye'nin ana hedeflerine doğru yürüyüşünü hangi parti iktidara gelirse gelsin tersine döndüremeyecektir.
Çünkü yeni dönem kendisine özgü yeni devlet adamlarını da ortaya mutlaka çıkaracak ve onlar ülkenin uzun dönemli çıkarlarını kollama görevini mutlaka üstleneceklerdir, bundan kimse endişe etmesin.
Dolayısıyla bir anlamda diyebiliriz ki olacak ilk seçim Türkiye'de derin devletin tarihinde de önemli bir dönüm noktasını oluşturacaktır.