Sayın Cumhurbaşkanı

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Sayın Cumhurbaşkanı hatırlar mı bilmiyorum ama yıllarca önce, henüz yasaklı dönemindeyken kendisiyle bir yemek yemiştik.

Hürriyet Ankara bürosundan arkadaşlar, başta İsmet Sezgin olmak üzere AP kurmaylarını yanına alan Süleyman Demirel ile akşam yemeğinde uzun uzun sohbet etmiştik.

Güzel bir akşamdı. Konular derinliğine tartışıldı, Demirel'in de keyfi yerindeydi.

O akşam anlattığı bir şeyi hiç unutamadım çünkü Türk siyasi yaşamına ışık tutuyordu.

Sayın Demirel parti başkanı olabilmenin başbakanlık görevinden çok daha zor olduğunu söyledi.

Dedi ki; başbakan olunca işler kolaydır. Çünkü devlet yönetiminde en tepedeki kişinin hangi düğmeye basacağı önemlidir. Kararını verip düğmeye bastığı an tüm birimler o talimata göre çalışmaya başlar.

Kararınızı değiştirip başka düğmeye basarsanız birimler bu kez o düğmenin gerektirdiği istikamette hareket eder.

Parti başkanlığında ise öyle önünüzde talimat göndereceğiniz bir düğme filan yoktur.

Teşkilat vardır ve herkes ikna olmayı bekler. Onları talimatla yönlendiremezsiniz.

Bu nedenle de parti başkanlığı devlet yönetiminden daha zordur.

***

Tespit basitti belki ama beni etkilemişti.

Ben Sayın Demirel'in cumhurbaşkanlığını da o yıllar önce yapmış olduğu tespit çerçevesinde değerlendiririm hep. Cumhurbaşkanı hangi düğmeye basıyor buna bakarım.

Çünkü onun anlattıklarından bilirim ki bizim devlet anlayışımızda bu çok ama çok önemlidir.

Sayın Cumhurbaşkanı özellikle son iki yıldır çeşitli konularda sık sık görüş bildiriyor.

Bunların çoğu basit teorik doğruların tekrarından ibaret.

Örneğin ‘‘Türkiye'de hukuk üstündür’’ diyor, ‘‘Türkiye özgürlükçü demokrasiye inanmıştır’’ diyor.

Bu tür teorik doğrular sık sık tekrarlanırken zaman zaman Türkiye bu laflara hiç uymayan rotalara girse de Sayın Cumhurbaşkanı bunları yine söylüyor.

Ben zaman zaman bunu mizahi biçimde ele alsam da Sayın Cumhurbaşkanı'nın demokrasi teorisiyle ilgili doğruları böyle tekrarlamasına aslında sıcak bakıyorum.

Çünkü kendisinin yıllarca önce demiş olduğu gibi devletin en tepesinden gelecek işaret, yani hangi düğmeye basıldığı çok önemlidir.

Bunu artık biliyorum.

***

Sayın Cumhurbaşkanı belki yaşamında ilk kez demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne inancını ortaya koymadığı bir konuşma yaptı. Televizyonda izledim. Uçakla bir dış geziden dönüyorlar. Uçakta onunla bulunan gazeteciler etrafını sarmış, Sayın Demirel konuşuyor.

Apo'ya avukat meselesi soruldu.

Sayın Cumhurbaşkanı şu fıkrayı anlatarak karşılık verdi:

Bir hırsız, kümese girmiş.

İki tavuğu torbaya koymuş.

Bir tavuğu ceketinin içine yerleştirmiş.

Birer tavuğu da eline almış.

Tam duvardan atlayıp kaçacakken yakalanıvermiş.

Hemen ‘Avukatımı istiyorum’ demiş.

Yakalayanlar ise şaşırmış.

‘Yahu’ demişler, ‘torbada iki tavuk, ceketinde tavuk, iki elinde tavuk, çalıp tam duvardan atlarken yakalanmışsın avukat seni nasıl savunacak ki?’

Hırsız da buna cevap olarak ‘Ya ben de zaten onun nasıl savunma yapacağını merak ettiğim için avukat istedim’ demiş.

***

Sayın Cumhurbaşkanı bu fıkra ile hukukun üstünlüğü, savunma hakkının kutsallığı ilkesine yara vermiştir.

Yıllardır teoride savunduğu bütün fikirlere karşıdır bu fıkranın anlatmak istediği şey.

Üstelik kendisi devletin başı olduğu için bu fıkrayla konulan tavrın Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi tavrı olarak algılanması tehlikesi de vardır.

Bu ülkede yaşayan bizlerin iddiası bütün aksaklıklara rağmen Türkiye'nin çağdaş özgürlükçü demokrasiye inandığıdır.

Bu sistemin bir parçası da, bunu hatırlatmak bile abes geliyor aslında, herkese savunma hakkı verilmesidir.

Biz Apo'dan ne kadar nefret edersek edelim, bu gerçek değişmez. Sanık Amerika'da yargılanıyor olsa, Clinton bu fıkrayı anlatsa, adamın aleyhine bütün delillere rağmen mahkeme onu beraat ettirebilir.

Ben o soruya karşılık Sayın Cumhurbaşkanı'ndan ‘Türkiye’de hukukun üstünlüğü vardır. Her sanık gibi o da avukatıyla mahkemeye gelecektir' demesini beklerken bu fıkrayı duyunca hem üzüldüm, hem de şaşırdım.

Sayın Demirel istemeden de olsa o gün yanlış bir düğmeye bastı bence.

***

Bu köşeyi sürekli okuyanlar benim yıllardır son derece somut önerilerle şehit ailelerine ve gazilere nasıl da yardımcı olabilmek için çırpındığımı bilirler.

Onlardan yüzlerce teşekkür mektubu aldım, sokakta durdurup sarılanlar bile oldu.

Bu yukarda koyduğum tavrın onları hoşnut etmediğini biliyorum.

Ama bu ülke hepimizin. Apo'lar gelip gidecek o şehitlerin uğruna can verdiği, arslanların sakat kaldığı bu cumhuriyet dimdik ayakta kalacak.

Bu gençlere çağdaş, demokrat ve özgürlükçü bir Türkiye yakışır.

Bugün benim koyduğum tavrın, hislerimi bastırarak koyduğum tavrın, özlediğimiz Türkiye'ye daha çok yakıştığını biliyorum.

***

Son söz de gazeteci arkadaşlara.

Sayın Cumhurbaşkanı'nın anlattığı fıkraya hepsi de güldüler.

Birisi de çıkıp, bu konuda eleştirel bir soru sormayı düşünmedi. Gazetecilik mesleğinin önemine hálá inanan bir kişi olarak o manzara beni çok üzdü.

O gün Türk basını da büyük bir manevi yara aldı, bunu da hatırlamakta yarar var.



Yazarın Tüm Yazıları