Paylaş
Durumu çok vahimdi
İlahi adalet denilen şey gerçekten var galiba. Ve bazen insan ne yaparsa yapsın alnındaki yazıyı değiştiremiyor. Alın yazısını diyet uygulayarak, spor yaparak değiştirmeye çalışanların hali oldukça da acıklı üstelik.
Geçtiğimiz perşembe günü öğle saatlerinde son derede trajik bir olaya şahit oldum.
O gün Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ile bir öğle yemeği yemek zorunda kaldım.
Zorunda kaldım diyorum, çünkü son zamanlarda hakkında bazı söylentiler işitiyordum ve eğer bunlar gerçekten doğruysa o zaman bir yemek arkadaşı olarak kendisi son derece çekilmez bir insan haline dönüşmüş olmalıydı.
Maalesef hakkındaki söylentilerin hepsi doğruymuş.
* * *
Genel Yayın Yönetmeni ‘‘sağlık fetişisti’’ haline dönüşmüş durumda.
O gün yemek 20 dakika kadar sürdü (Evet bu aslında onun için uzun bir süre anlamına geliyor. Önemli insanların öğle yemeğinde bordro mahkûmlarına ayırabilecekleri maksimum zaman 20 dakika olabiliyor ancak).
20 dakika içinde bana tam altı kez ‘‘Nasıl görünüyorum, sağlıklı görünüyorum değil mi’’ diye sordu.
Daha doğrusu o da arada bir 1990'ların Türkçesi'yle konuşmaya bayıldığı için ‘‘Nasıl ama gayet fit'im değil mi’’ şeklinde formüle etti bu soruyu.
Ben her defasında onun çok iyi göründüğünü, bu gidişle kısa süre sonra bir zamanların ünlü olimpiyat şampiyonu Mark Spitz'e benzeyeceğini, son 100 yılın en seksi erkekleri listesini hazırlayan insanlar onu bir de bu haliyle görseler kendisini en azından beş kademe daha üst sıraya çıkararak 11'inci sıradan altıncı sıraya oturtacaklarını, böylece Antonio Banderas ile aralarındaki farkın daha da açılacağını anlattım ona.
Ben böyle sağlık takıntılı insanlardan aslında katiyen hoşlanmam ve onlar benimle konuştuklarında genellikle kendilerine hayatları boyunca spor yapıp, doktor kontrolünden geçtikten yarım saat sonra ölüveren insanların gerçek hikáyelerini anlatırım.
O gün ona bu şekilde davranmamamın sadece iki nedeni vardı:
1- Tatile çıkma vaktim yine geliyor ve ben müdahale ile karşılaşmadan izin yapmak istiyorum.
2- Yarı yıl maaş artışları hálá daha verilmedi.
* * *
20 dakika boyuncaki sohbetimiz de çok harikaydı.
Sağlıklı görünüp görünmediği soruları dışında bana nasıl her gün spor yaptığını, nasıl sağlıklı yemekler yediğini anlattı.
Dışarıda o saatlerde hava kırk dereceydi. Bulunduğumuz yer havalandırmalıydı ama ben buna rağmen dışarı çıkıp biraz ferahlasam mı acaba diye düşünmeye başladım yemeğin daha beşinci dakikasında.
Bu arada bir dip not olarak şunu da söylemeliyim: Bu tür önemli ve üst düzey insanlarda tuhaf bir ádet de başlıyor. Kendi yaptıkları her şeyin mutlak doğru olduğuna inanıyorlar.
Örneğin spor olarak artık sadece yüzüyormuş genel yayın yönetmeni.
‘‘Pek bir şey yapıyor gibi gözükmüyorsun ama sen spor yapıyor musun’’ diye bana sordu.
Ben de yürüdüğümü söyledim.
O da bana yürümenin anlamsız olduğunu, insan vücudu için en iyi TEK sporun yüzme olduğunu, çünkü insan sonuç itibariyle denizden çıkmış bir neslin devamı olduğundan insan vücudunun SADECE yüzme sporuna uygun olduğunu anlattı.
Ben de ona bahsettiği denizden çıkma olayının 4 milyon yıl kadar önce olmuş olduğunu, arada geçen zaman içinde insanların karada yürümeye de alışmış olma ihtimallerinin büyük olduğunu, ama yine de kendisinin haklı olabileceğini ve hatta daha da ileri giderek kesinlikle haklı olduğunu söyledim.
Dedim ya maaş meselesi var işin içinde.
* * *
Genel Yayın Yönetmeni'ni yemek yerken seyretmek, bir beyin ameliyatı yapmakta olan cerrahı seyretmek kadar heyecan veriyor insana.
Diyelim ki salata geldi ilk kez.
Sıradan insanlar salatada öyle fazla kolesterol filan olmadığını zannederler ama yanılıyorlarmış.
Bunu artık iyice biliyorum, çünkü Genel Yayın Yönetmeni salata içinde bulunan her maddeyi ayrı ayrı çatalıyla ayırarak her birinin kalori ve asitik içeriği hakkında bana bilgi verdi.
Feci bir durumla karşı karşıyaymışız da benim haberim yokmuş. Yani anlattıklarından aslında ben bile etkilenmiştim, ama o daha salatadaki ilk tehlikeli madde hakkında bilgi vermeye başlamadan önce ben bütün salatayı yiyip bitirdiğimden kaderime razı oldum.
Ona bakarsanız benim yemek sonuna kadar ölmem gerekiyordu ve bunun suçlusu da sadece bendim.
Salatada bu kadar büyük tehlikeler gören bir insanın yemeğin geri kalan bölümünde neler yapmış olabileceğini tahmin edersiniz umarım.
Konu yazılamayacak kadar trajik ve düşüncesi bile insanı sonsuz kedere itiyor.
* * *
20 dakika tamamlandıktan sonra kendimi restoranın dışına attım.
Şimdi yazacaklarımı ona o anda söyleyip söylememeyi düşündüm bir an.
Gönlüm elvermedi, zira bu büyük bir darbe olacaktı onun için.
Ama bunu şimdi söylemek zorundayım.
Genel Yayın Yönetmeni hayatı boyunca sigara içmedi. Ağır içki içmedi. Rakıyı ağzına bile götürmedi. Spor yaptı.
Onun kolesterolü yine o gün anlattığına göre 240.
Hamit Turgut on yıl öncesine kadar günde iki büyük rakı içti. 74 yaşında, şu anda her gün bir duble viski içer akşamüstü, sonra da gece üç ile dört duble rakı içer.
40 yıldır filan devamlı pipo içiyor.
Ve Hamit hayatında hiç spor yapmadı.
Onun kolesterolü ise 227.
Buyrun bakalım, bu ilahi adalet değilse başka nedir ben bilemiyorum?
Ohhh rahatladım be!
Paylaş