Paylaş
Dış geziler insanın ufkunu açıyor. Çünkü bu tür gezilerde insan yakın çevresini daha yakından tanıma fırsatını buluyor. Benim yakın çevrem ise sadece tek bir insandan oluşuyor. Son gezide onu daha da yakından tanıdım.
İnsan mobil halde değilken bile evlilik zor yürütülen bir kurum. Bir de ailece dış seyahate gidilince işler daha da zorlaşıyor.
Çünkü dış gezilerde insanın hisleri daha da keskinleşiyor, insan daha duyarlı hale geliyor.
Evlilik ile aşırı duyarlılık da birbiriyle uzlaşmaları kesinlikle imkânsız olan iki kavram.
Özellikle erkekler açısından durum böyle. Hatta tecrübelerime dayanarak diyebilirim ki bu sadece erkekler açısından böyle çünkü kadınlar büyük bir vurdumduymazlık içinde her durumda bildiklerini okuyorlar.
Bu da zaten evlilik nedeniyle zaten aşırı yıpranma sürecini yaşamakta olan erkeklerin daha da hızla mahvolmalarına neden oluyor.
* * *
Bunları bildiğim için dış geziye gittiğimizde mümkün olduğu kadar Rana Hanım'ın dikkatini bana yoğunlaştırmasını engelleyecek şekilde davranırım.
Soru sorulmadığı zaman konuşmam.
Onun önerilerini tartışmasız kabul ederim.
Bazen onun bu önerileri müze gezmeyi isteyecek kadar saçmalaşsa bile buna uyarım.
Sonra bir restoranda yemek ısmarlarken katiyen kendi canımın çektiği yemeği ısmarlamam.
Çünkü bilirim ki yemekler geldikten sonrta o benim tabağı daha çekici bulacak ve kendi yemeğini benimkiyle değiştirecektir.
Bu nedenle baştan onun seveceği şeyleri ısmarlamaya özen gösteririm. Onun da benim seveceğim bir şey ısmarlaması için sessizce dua ederim.
Sonra onun önerisine uyup belirli bir kafeyi aramak için yola çıktığımızda, yine onun önerileri sonucunda kaybolduğumuzda, o ‘‘Her şey senin hatan yüzünden’’ dediğinde de hatamı kabul ederim.
* * *
Bütün bunları iyi bir insan olduğum için yapmam.
Sinirlerim daha da bozulmasın diye böyle davranırım.
İnsan yaşamı bu tür bir dizi tavizle doludur. Bazı şeylerden taviz verirsiniz ki hayatı başka yönleriyle yaşayabilesiniz.
Ben de Rana Hanım'a sürekli taviz veririm çünkü bunun alternatifi benim bir cani olarak müebbet hapis cezasıyla hapiste yatmam, onun da ölü olmasıdır.
Bu alternatifi bildiğimden davranışlarımı ona göre ayarlarım.
* * *
Bütün bu davranış ince ayarlarına rağmen her dış gezide evlilik içi çatışma olayları yaşanır.
Çünkü Rana Hanım dış gezilerde hayatı çok daha dolu dolu yaşamak istediğinden, çok şey denemeye çalışırız ve çok şey denedikçe doğal olarak da çatışma riski geometrik olarak artar.
Örneğin Viyana'da bir gün öğleden sonra Freud Müzesi'ne gittik.
Ben müzelere karşıyım ve hatta hayatta en sevmediğim şey de bunları gezmek zorunda bırakılmamdır.
Ancak Freud'un evini görmek istiyordum çünkü evde onun hastalarını yatırıp dinlediği o meşhur divan da vardı ve ben Rana'yı kısa süre için de olsa o divanda oturur görür isem bunun bana sonsuz bir manevi tatmin hissi vereceğini gayet iyi biliyordum.
Neyse, adam başı 75 Avusturya şilini verip girdik içeriye. Tabii ki saçma sapan bir yerdi orası.
Freud'un bir zamanlar elini yıkamış olduğu musluğu görmenin benim açımdan tek bir anlamı bile yoktu.
Bir ara Freud'un hayatının anlatıldığı filmin gösterildiği odaya girdik.
Bir sürü hayat detayı arasında bir şey dikkatimi çekti.
Freud'a aile yaşamında sürekli bazı kadınlar hizmet ediyordu. Freud yataktayken kahvaltısı geliyor, bahçede uzanırken içkisi veriliyor, salonda ayağını uzatıp otururken yine bir kadın ona piposunu getiriyordu.
Bu dikkatimi çekti ve Rana'ya dönüp, ‘‘Hayatta ne kadar şanslı erkekler de var. Bunu filmde dahi olsa görmek insana keyif veriyor’’ diye konuştum.
O da bana ‘‘Ne yani şimdi sen kendini şanssız mı hissediyorsun’’ dedi.
Kabul edersiniz ki bu bir potansiyel aile içi çatışma konusuydu ama ben Viyana'da olay çıkmaması için elimden geleni yapma kararlılığındaydım.
Freud'un bu şekilde davranmakla aslında neleri kaçırmış olduğunu bilmediğini söyledim, iş uzamadan kapandı.
* * *
İkinci aile içi çatışma bir gece kulübünde oldu.
City Ligths adlı Türkler tarafından işletilen bir kulübe gittik.
İlk içkimizi yudumlarken arka tarafta Türk gençlerinin parti vermekte olduğunu duyduk ve hemen sosyolojik gözlem yapmak üzere oraya doğru yöneldik.
Diskoya girdiğimizde gördüğüm manzara karşısında dilim tutuldu.
Ertuğrul Özkök'ün -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekler listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış olan kişidir- orada olmasını isterdim.
Kendisinin Türk popu üzerine yazmış olduğu bütün teorik yazıları bir anda doğrulayacak bir manzara vardı orada.
Çoğu, belki de tamamı Almanya'da doğmuş olan Türk genci Türkçe sözlü pop dinleyerek kendinden geçiyordu. Zihinler ve bilinçler Türkçe popun o insanı tamamen aptallaştıran gücü karşısında tamamen afyonlanmış haldeydi
Üstelik biz içeriye girdiğimizde ‘‘Ham Çökelek’’ şarkısı çalıyordu.
Ben oradaki manzarayı yorumlarken Rana Hanım'ın yorumuna katılmama yanlışını yaptım.
O gördüklerini güzel bulmuştu. Bana ise gördüklerim son derece acıklı gelmişti.
Sonra saat tuttum tam bir saat 12 dakika bana bu konu üzerine ders verircesine konuştu.
Sussun diye onun teorisini sonunda kabul ettim.
Kabul edersiniz ki bütün bu baskı altına aldığım hislerin bir yerde patlamaması güçtü.
Bu da ister inanın ister inanmayın ama dönüşte uçakta oldu.
Üstelik uçakta ben beşinci, o dokuzuncu koltukta oturuyorduk olanlar olduğunda.
(Yarın: Rana Hanım uçakta nasıl kayboldu?)
Paylaş