Serdar Turgut: Proust'un Freudgil açıklaması

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Marcel Proust neden herhangi bir basit meseleyi bile minumum 30 sayfada anlatıyor?

Neden aslında 200 bin kelimede bitmesi gereken bir çalışmayı 1 milyon 250 bin kelimede tamamlayabildi?

Uykusuz kalmış bir adamın yatakta sağdan sola dönüşünü bile neden yarım cümleyle değil de 30 sayfa boyunca anlattı.

Ve neden bayan Odette, daha kitabın üçüncü sayfasında Swann'a ‘‘Seninle yatmaya hazırım’’ mesajını kafasına vura vura verdiği halde, kitabın 70'inci sayfasında Swann hálá daha onu öpmemişti bile.

***

Neden böyleydi Proust?

Yoksa temelde okuyucularından nefret eden bir sadist miydi?

‘‘Şunlara bir ıstırap çektireyim de akılları başlarına gelsin alçakların’’ diyerek hayattaki bütün acılarının öcünü bizden mi aldı yoksa.

O da zeki bir insandı tabii ki ve bütün bu yazdıklarının onda birini yazsa bile meselesi neyse onu orada tamamlayabileceğini biliyordu.

Ama hayır, o gerçeği bile bile yazdı babam yazdı.

Peki ama Proust neden böyle bir insandı?

***

Bu konuda verilen en yaygın cevap benim ‘tarihin terbiyeli yorumu’ olarak adlandırdığım bakış açısına dayanır. Bir gün hizmetçisi her zaman yatağında bulunan Proust'a kremalı çayını getirir.

Yanında da mis gibi kokan, fırından yeni çıkmış bir kek vardır.

Proust minik keki çaya batırır, ağzına atar atmaz onun bütün benliğini müthiş bir sarsıntı sarar.

Annesinin çocukluğunda ona pişirdiği ‘madeleine’ kekidir bu.

Birden hayatı gözünün önünden geçer. O tat nedeniyle de o gün ‘Geçmiş Zamanın Ardında’yı yazmaya başlar.

***

Bu olay gerçekten oldu.

Ancak kabul etmelisiniz ki tarihin terbiyeli ve kibar yorumu gerçekten de tuhaf olan bu insanın davranışlarını ve dahası bu kadar uzun bir kitabı nasıl olup da yazdığını anlatmaya katiyen yetmiyor.

Ben temelde Freud'u severim. İşime geldikçe olayların Freudgil temellerine inerim, buna bağlı açıklamalar yaparım.

İşte bugün de Sigmund Freud'cu kökenlerime dönüyorum.

Ve karşınızda Marcel Proust'un Freudgil açıklaması:

***

Genç bir adam iken Marcel Proust tam anlamıyla, dört dörtlük bir ‘Takıntılı mastürbatör’ (compulsive masturbator)'dü. (Kaynak: Alain de Botton, ‘How Proust Can Change Your Life’ sayfa 167)

19'uncu yüzyılda insanın kendi kendini tatmin etmesi son derece tehlikeli bir adet olarak yorumlanırdı.

Birçok ölümcül hastalığın temelinde bile bunun yattığı düşünülürdü.

Babası oğlunun takıntısından haberdardı. Onun aklını bu işten almak için kendisine 10 frank verdi ve geneleve gitmesini söyledi.

Proust ilk kez geneleve gittiği o gün 16 yaşındaydı.

Orada olanları Proust'un kaleminden okuyalım. Adamda her şeyi yazma adeti olmasaydı zaten katiyen 1 milyon 250 bin kelimelik roman da yazamazdı, değil mi ama.

Bu alıntı Proust'un dedesine yazdığı mektuptan.

(İnsan dedesine genelev macerasını neden anlatır, bunun da ayrı bir inceleme konusu yapılması bence şart.)

***

‘‘Kötü mastürbasyon adetimden kurtulmam için acilen bir kadınla birlikte olmam gerekiyordu. Babam bana 10 frank verdi, geneleve gittim. Fakat ilk denememde aşırı heyecandan olacak odadaki vazoyu kırdım. 3 frankmış fiyatı onu istediler. İkinci denememde de aşırı heyecandan seks yapamadım. Böylece yine başladığım sıfır noktasına dönmüş oldum. Yine 10 franka ihtiyacım vardı, üstüne üstlük bir de kırdıığm o vazoyu ödemek için 3 frank daha almam gerekiyordu.’’

***

Arkadaşlar hepinizin gördüğü gibi oldukça vahim bir ilk deneyim.

Yani aşırı heyecandan seks yapamaması çok da önemli değil.

Herkese olabilir bu.

Ancak vazoyu nasıl kırabildi onu anlamadım.

Ne yapıyordu acaba, heyecanının fazlalığından tepmeye, çifte atmaya filan mı başlamıştı bilemiyorum.

Bunu elbet bir gün ciddi tarihçiler inceleyecek ve bizlere anlatacaklar.

Ancak şunu kesin olarak biliyorum ki ilk cinsel deneyiminde bu derece travmatik başarısızlık yaşayan bir insanın normal olabilmesi mümkün değildir.

İşte aslında Proust madeleine yediğinden filan değil, 16 yaşındaki o macerası nedeniyle 1 milyon 250 bin kelimelik kitap yazmayı başarmıştır.

Bilmem anlatabiliyor muyum...

***

Aslında ben de yazıyı bir türlü kısa kesemiyorum.

Yazıların uzunluğu nedeniyle harf büyüklüğü düştükçe düşüyor.

Öyle ki genel yayın yönetmeni son olarak gözlük kullanmakla da yetinmeyeceğini bir de büyüteç dayayarak benim yazılarımı okuyacağını söyledi.

Yazılarımı okumaktaki ısrarı beni çok sevdiğinden filan değil, acaba kendisi aleyhine bir şeyler yazmış mıyım onu merak ediyor.

Bu arada hem uzun yazıyorum, hem de çok fazla sayıda yazı yazıyorum. Senede 500 adede yakın yazı yazan az sayıda insandan bir tanesiyim.

Bunun nedenleri üzerinde de düşündüm.

Ve bazı sonuçlara vardım.

Ancak bu tamamen başka bir yazı konusu olacak kadar derin ve ciddi ayrı bir mesele. Acıklı bir mesele. Bilmem bunu da anlatabiliyor muyum?



Yazarın Tüm Yazıları