Paylaş
Genel Yayın Yönetmeni'nin pazar yazısında benim hakkımda öne sürmüş olduğu iddiaları bir bir çürütmeye bugün de devam edeceğim.
Konu hakkındaki bu son yazım olacak, dolayısıyla içiniz rahat olsun.
Gerçi pazar yazısında üzerinde yorum yapılması gereken daha başka şeyler de vardı.
Örneğin Genel Yayın Yönetmeni yazısının bir yerinde ‘‘Bakmayın onun durmadan şikáyet ettiğine, gayet de iyi para alır’’ diye yazmış.
Şimdi ben bu konuda değil tek bir gazete yazısı, 10 ciltlik Osmanlı Ansiklopedisi'nden bile çok daha uzun tutacak bir destan yazabilirim.
Hatta gerekirse Türkiye'nin Proust'u bile olabilirim maaş konusundaki yazılarımla.
Ve o maaş destanında trajedi, dram, traji-komedi ve daha başka aklınıza ne gelirse mutlaka ama mutlaka yer alır, bundan da emin olun.
Ama bunu yapmayacağım, cevap yazılarımı bugün bitireceğim, çünkü yarın tüm vatandaşlarımızı derinden etkileyen bir büyük olay yaşanacak.
Hakan Şükür yarın evleniyor ve ben de gayet tabii ki her sorumlu vatandaş gibi bu konuda yazı yazarak ulusal kutlamalara ucundan da olsa katılmak zorundayım.
***
Bizim bir Potomac Nehri maceramız vardı. Genel Yayın Yönetmeni bunu yıllardır anlatır. Pazar günü de yazdı.
Onun anlatımına göre benim kendimi onun misafir ziyaretlerinden kurtarmak için Türkiye'ye dönme talebimi kabul ettiği gün Washington'da yürüyormuşuz.
Bir süre sonra hararetli bir tartışma başlamış aramızda.
Bu tartışmaya kendimizi o kadar kaptırmışız, çevreden o kadar kopmuşuz ki az daha bir adım daha atsak Potomac Nehri'ne düşüyormuşuz.
Evet, Genel Yayın Yönetmeni'nin olayla ilgili yorumu bu.
Şimdi, olayın yüzde 95'i doğru.
O gün beni Türkiye'ye geri getirteceğini söyledi.
Sokakta yürümeye başladık.
Ve evet bir süre sonra da müthiş bir kavga çıktı aramızda, bu da doğru.
Ancak yüzde 5'lik bölümü yanlış olayın, o da hikáyenin sonucuyla ilgili.
Tartışırken ikimiz birden Potomac Nehri'ne düşmüyorduk..
Ben onu Potomac'a atıp boğmaya çalışmıştım. Meselenin aslı budur.
Yani ortada basit bir ucundan dönülmüş kaza değil, bayağı düşünülmüş, planlanmış bir cinayet girişimi vardı.
***
Neden onu öldürmek istediğime gelince...
Yürümeye başladığımız nokta ile Potomac Nehri arası yaklaşık 3 kilometreydi.
Ben o üç kilometrede genel yayın yönetmenleri ile ilgili çok şey öğrendim.
Öğrendiğim en önemli şey ise genel yayın yönetmenlerinin her 200 metrede bir fikir değiştirdikleri ve her yeni fikrin bir öncekine tamamen de ters olabildiğiydi.
Yani yürümemizin ilk 200'üncü metresinde benim İstanbul'da nasıl da rahat edeceğimi, prestijimin nasıl da iyi olacağını, bana nasıl imkánlar sağlayacağını, bana nasıl paralar vereceğini filan anlattı.
İkinci 200 metrede bir önceki 200 metrede gayet inanarak ve inandırıcı anlatmış olduğu şeyleri yavaştan geri almaya başladı.
Öyle ki ben ilk 200 metre biterken İstanbul'a döndüğümde neredeyse gazetenin ilk 10 kişisi arasında yer alacağımı zannetmeye başlamıştım.
2 bin 800 metrede ise İstanbul'a döndüğüm takdirde yazı işleri müdürlerinin sabah toplantı yaptıkları masanın tozunu alma görevini koparabildiğim takdirde kendimi şanslı hissedeceğimi düşünmeye başlamıştım.
Tabii yürüyüşe çıkmadan önce kesin dönüş talebimi kabul ettiği için manevra alanım da kalmamıştı.
İşte o anda onu öldürmeye karar verdim.
***
Baktım nereye gittiğimizin katiyen farkında olmadan yürüyor.
İnandırıcılığını artırmak için direkt bana bakıyor. Üstelik de beyni çok meşgul, çünkü bir önce söylemiş olduğu şeyi her 200 metrede yalanlamak zorunda kaldığından hayli zorlanıyor.
Bu arada doğrudan suya doğru gidiyor. Battığı takdirde ben de üstüne çullanacağım ve kurtarıyormuş gibi yapıp aynen orada boğacağım.
Bu düşünce suratıma inanılmaz bir huzur verdiği için elimde olmayarak gülümsedim.
O da bunu son anlattığı versiyonun benim tarafımdan kabul edildiği şeklinde yorumlayarak, biraz daha rahatladı.
Hikáyelerini yenileme gayretiyle kasılmış olan vücudu rahatladığından onu boğmamın çok daha kolay olacağını düşündüm.
***
Tam ucuna gelmiştim ki yanımızdan bir ses ‘‘Bayım, dikkat edin düşeceksiniz’’ diye seslendi.
Bu Amerikalılar herkesin her işine karışırlar. Şöyle sakin kafayla, karışılmadan, müdahale görmeden huzur içinde bir cinayet işlemeniz mümkün değildir bu ülkede.
İşte o anda transtan çıkarcasına kendine geldi ve münakaşa ederken az daha Potomac'a düşeceğimize karar verdi. Ben de onun bu fikrine katılıyormuş gibi yaptım ve bugüne kadar gerçeği sakladım.
***
Sonra döndüm İstanbul'a.
Ama tabii bunun da yanlış karar olduğu ilk bir ay içinde ortaya çıktı.
Çünkü bu kez de İstanbul'da bize misafirliğe gelmeye başladı.
Üstelik maaşımın iyi olduğuna kendi kendini de inandırmış olduğundan pizza paraları da hep benden.
Hiç olmazsa Washington'da arada bir o yemek ısmarlıyordu, şimdi o da yok.
Anlayacağınız benim durumum çok zor, bilmem anlatabiliyor muyum?
(Yarın: Osmanlı'nın kuruluşunun 700'üncü yıldönümüne denk düşen büyük düğün ile ilgili hislerim)
Paylaş