Paylaş
Yanlış hatırlıyor da olabilirim, ama galiba ‘KABARE’ müzikalindeydi o sahne.
Sahnedeki oyuncular seyirciye doğru ellerini uzatırlar ve ‘‘Para, para, para’’ diye şarkı söyleyerek geriye doğru çekilirler. Son zamanlarda bu sahneyi sık sık hatırlar oldum. Sanki Türk toplumunun şu andaki geldiği noktayı tanımlıyordu bu sahne.
Herkesin kurnaz olduğu, ama akıllı olamadığı...
Herkesin bir şeylerden haberdar olduğu, ‘‘istihbarat sahibi’’ olduğu, ama katiyen bilgi sahibi olmadığı. Hemen herkesin son derece becerikli olduğu, ama maalesef yaratıcı olamadığ;, tek yaratıcılığı belki de hangi bankanın en fazla repo oranını verdiğini tesit edebilmekte gösterdiği. Hemen herkesin her an patlamaya hazır duygusallıkları olduğu, ama sakin, hayatı her şeye rağmen sevmeye yönelik duygular yaşayamadığı bir toplumuz biz.
Ve herkes, her yerde, her zaman ve hiç durmadan artık para konuşuyor.
***
Dün Hürriyet'in İstanbul ilavesinde Latif Demirci'nin çizmiş olduğu harikulade karikatür nedeniyle Viyana hatıralarım yerine yazıyı ‘‘Para’’ konusuna dönüştürdüm.
Bu konuya zaten takmış durumdayım.
100 kelime konuşmayı başaramadan ‘‘forward swap’’ işlemini hem doğru telaffuz edip hem de bunu anlayan, mesleksiz insanların nasıl olup da var olabildiklerini kaç kez yazdım.
Latif Demirci'nin karikatürü bence Türk toplumunun şu anki durumunu gayet net bir şekilde tek kareyle özetleyen şaheserdi.
***
Bir kadın var karikatürde.
Duvarda bir resim. Köpek resmi bu ve altında ‘‘Chien’’ yazıyor. Bu arada Fransızca'da tek anladığım kelime olduğunu geçen cuma açıkladığım kelimeyi de orada görmekten son derece mutlu oldum, bilmem anlatabiliyor muyum Latif?..
Kadın, günlüğüne bir şeyler karalıyor. Bakın ne yazmış:
‘‘Sevgili günlük,
Bugün Merkez Bankası döviz kurlarında bir ABD Doları'nın efektif alışı 320.026, satışı ise 322.509. Serbest piyasada dolar 330.000, Alman Markı ise 196.000 liradan işlem gördü. Euro dönüşüm kurları ise...’’
Evet, insanlar artık günlük gibi, son derece derin ve özel hislerini gizlice yazacakları bir yere bile faiz oranlarındaki gelişmeleri yazacak hale geldiler Türkiye'de. Çünkü hayat sadece bundan ibaret oluverdi bir anda ve kültürel deformasyon, sınıflar üstü bir salgın şeklinde yayılıverdi topluma.
Yani sadece lümpen burjuvazi bu halde olsaydı, ortada da bir sorun olmazdı, ama maalesef başta onların yarattığı değerler toplumu tümden sarmaya başladı. Tabii ki yaşamı sürdürmek için para düşünülecek, bunun aksini söylemiyorum burada.
Ancak Türkiye'de Özal'ın başlattığı süreç sonucunda bu konuda ahlaklı ve ilkeli olması gerektiği farz edilen sınıflara ait olan insanlar bile ‘‘ilkesizce para kazanma ve bunu anlatma’’ konusunda lümpenleştiler.
Lümpenlerin çoğunlukta olduğu, mesleğine saygılı olan insanların inanılmayacak derecede azınlıkta bulunduğu, kimlik ispat yolunu sadece kurnazca, başkalarını aldatarak para kazanmakta gören insanların çoğunluğu oluşturduğu bir toplum maalesef son derece üzücü bir görünüm sürüyor ortaya.
***
Düzenli gitmeye çalıştığım cimnastik salonunun bir de saunası var.
Geçenlerde buraya üç arkadaş geldi.
Ve oturur oturmaz da ‘‘para’’ konuşmaya başladılar. O banka şunu veriyormuş. Burda repo falancaymış. Piyasadaki durum şöyleymiş.
Filanca şu kadar ‘‘götürmüş’’. Şu adam bu kadar ‘‘vurmuş’’.
İnsaf!..
İnsan saunada futbol konuşur.
Seks konuşur. Siyaset konuşur.
Ama ‘‘Paranın parayı doğurma’’ hikâyelerini konuşmaz. Bunları dinleyerek keyif alamaz.
Tabii ki para kazanmak için çalışılacak. Parasız insanlar tabii ki parayı mecburen hep düşünecek. Belki onun rüyasına da girecek para.
Bunlar önemli değil, bunlar toplumsal sistemin mecburi olguları. Sorun, hayatın gereğini yerine getirenlerde değil, hiç durmadan para düşünen ve hiç durmadan da bunu konuşanlardadır.
Modern kapitalist ülkelerde ayıp olan bir şeyi biz hayat tarzı haline getirdik.
‘‘Düşünüyorum öyleyse varım’’, Türkiye'de artık ‘‘Paran varsa varsın’’a dönüştü ve hayat felsefesi olarak kabul gördü. Çok acı.
***
20 Ocak 1999 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Umur Talu, isim vermeden beni kastederek ‘‘sınırlı, dar, dar kafalı, dar görüşlü’’ dedi.
Bunun nedeni de şuydu.
Ben Milliyet'in, bu yazıdan birkaç gün önce manşet yaptığı emeklilerle ilgili bir haberi eleştirmiş, hafif de dalga geçmiştim.
Umur Talu, ‘‘İsim vermeden Milliyet'i kasteden kıymetli bir yazar arkadaş, sanırım bu gazetede emeklilerin, işçilerin, memurların sorunlarının ‘manşet' olabilmesini, ‘küçümseyici' bir yeni sözcükle ‘sol arabesk' çizgi olarak tanımlamıştı’’ diye yazmış.
Sanıyorum Umur, üzerine yeni aldığı idari görev nedeniyle aşırı stes altında şu aralar.
Okuduğunu anlamıyor, ya da anlasa bile gergin olduğu için hemen sinirleniyor. Yazımda bu konunun manşet olmasını değil, manşet olma biçimini eleştirmiştim. Emekliler sabaha karşı saat dörtte bankanın önünde kuyruk olmuşlar, para doğal olarak saat dokuzda verilmeye başlanmış, gazetenin manşeti de bu duruma kızar halde yazılmış.
Eğer bir dar kafalılık söz konusuysa bu manşetin yazılış biçiminde. Sol popülizm yapılacaksa bunu kurallarına uygun yapmakta yarar var.
Paylaş