ROMANDA anlatılanlar gerçeğe benzer ve bir de güncel olduğunda romancının her zaman muhatap olduğu soruların yoğunluğu da artar.
Anlatılanlar ne kadar gerçek ki?
Sen romancı, bu anlatılan olaylarda hangi konumdasın, hangi taraftansın?
Kitaptaki karakterler, gerçek yaşamda hangi insanlarla çakışıyor?
Bunlar son derece standart sorulardır aslında ve her büyük roman olayından sonra yoğun olarak da tartışılır toplumlarda.
***
Orhan Pamuk'un ‘‘Kar’’ adlı son romanını henüz okuma sürecindeyim.
Ancak bunun ‘‘büyük roman’’ kategorisine gireceği, en azından benim için daha kitabı bitirmeden belli oldu.
Bazen bir eserin daha ilk sayfasını okurken olağanın dışında bir şeyle karşı karşıya olduğunuzu hissedersiniz.
İlk cümlelerle çeker sizi kitap içine; Pamuk'un bu çalışması benim üzerimde böyle bir etki yaptı.
Bir yanda kitabı okurken, diğer yanda da onun konuşmalarını, çıkan tartışmaları, sorulan soruları da izlemeye çalışıyorum elimden geldiğince.
Gördüğüm kadarıyla ‘‘roman gerçekliği’’ meselesini Türkiye'de daha detaylı ve derinliğine tartışmamız gerekiyor.
‘‘Gerçekçi roman’’ adı verilen akım kafaları karıştırmış Türkiye'de bana göre. Romana ‘‘gerçekçi’’ tanımlaması getirildiğinde onun illa da birebir gerçek olayları aynen aktaracağı ve içinde yer alan roman kahramanlarının da gerçek yaşamda aynen benzerlerinin bulunması gerektiği düşünülüyor.
‘‘Roman gerçekliği’’ ise gerçek yaşamdan, gerçek yaşamdaki olay ve kişilerden esinlenirse de onlarla birebir çakışma göstermez hiçbir zaman.
Yazar, belki de 10 ayrı insanda tespit ettiği farklı huyları, tavırları ve ideolojinin yansımalarını tek bir kişide toplar ve bu açıdan da evet gerçek yaşamdaki kişilerden etkilenmiştir ama romandaki yaşamlar, yaşamdaki tek bir kişiye katiyen indirgenemez, indirgenmemeli.
Bu nedenle romana daha şimdiden gelmeye başlayan ‘‘ama biz öyle değiliz’’, ‘‘şehrimiz aslında böyle değil’’ gibisinden tepkilerin haklı olma olasılığı yok; çünkü roman gerçekliği bu tepkileri gösterenlerin tamamen dışında, onların dünyasından çok farklı bir kavram.
***
Her romancı ‘‘roman gerçekliği’’ kavramına sığınır.
Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum, bu sığınma olayı olmasa roman yazılamaz zaten.
Ve evet, bu kavram romancının eline büyük de bir koz verir.
Yazar son derece güncel ve Türkiye düşünüldüğünde de son derece hayati konularda derin gözlemler yaparken, tavırları eleştirirken ve gayet tabii ki kendisi de belirli bir tavır alırken son aşamada durup ‘‘Ben tavır almıyorum, ben gözlemliyorum, tavır gibi algılanan şey ise sadece romanın gerçekliğidir, benim gerçek tavrımı birebir yansıtmaz’’ diyebilir.
Bu büyük bir güçtür ve romancı elindeki bu kozun farkında olduğu takdirde -ki Orhan Pamuk gayet tabii ki farkındadır bunun- toplumsal söylem içinde fikirlerini en rahat ifade edebilen insan haline de geliverir bir anda.
Bu Türkiye'de fazla alışık olduğumuz bir şey değildir, ama gelecek açısından da iyi bir şeydir.
Orhan Pamuk şu anda toplumda var olan farklı söylemleri, laikliği, siyasal İslam'ı aynı anda ve eşit uzaklıkta durarak sorgulama şansına sahip.
Sorgulamalarında yanlış yaptığı takdirde, hatalı adım atsa da bunlar onun üzerinde bir yük olamaz; çünkü sonuçta ‘‘roman gerçekliği’’ içinde yapıyor sorgulamalarını.
Bu lükse sahip olamayan bizlerin, onun eserlerini dikkatli okuyup anlamamız ve belki de hangi adımları atmamız gerektiğini de ondan öğrenmemiz gerekiyor.