Paylaş
Ertuğrul Özkök'ün -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekleri listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış kişidir- beni katiyen dinlemediğini ve okumadığını bundan dört yıl önce anladım.
O günlerde bir restoran hakkında yazı yazmıştım.
Adını şimdi tam hatırlamıyorum ama Provence Patissiere & Bistro gibi bir şeydi.
Yani adı BEN FRANSIZIM, BEN FRANSIZIM diye haykıran ve hatta ardından Fransız milli marşını bile söyleyen bir yerdi.
Yazının çıktığı gün telefonla konuşuyorduk.
‘‘Beğenirsin, sen de mutlaka git oraya’’ dedim. ‘‘Biliyorum, biliyorum okudum yazını’’ deyiverdi büyük bir hızla.
Şimdi arkadaşlar ben genelde genel yayın yönetmenleri, özelde de benim genel yayın yönetmenim hakkında uzman olmuş durumdayım.
Onların konuşmalarında ne zaman yalan söylediklerini, ne zaman ilgilerinin başka yöne kaydığını, ne zaman bir dedikleri şeyin aslında tamamen başka bir anlama geldiğini, konuşmaktan ne zaman sıkıldıklarını anında anlarım.
Genel Yayın Yönetmeni'nin ‘‘Biliyorum, biliyorum okudum yazını’’ cümlesindeki ‘‘biliyorum, biliyorum’’ kelimelerini söyleyiş biçiminden aslında yalan söylemekte olduğunu anında anladım.
Çünkü bu kelimeler ‘‘Bilmn, bilmn’’ gibi bir sesle çıkmıştı ağzından. O nüansı herkes kavrayamaz.
Ancak benim gibi yıllarca kandırılmış, muhatap kabul edilmemiş, dinlenmemiş olacaksınız ki bu nüansı kavramakta uzmanlaşacaksınız.
Yalan söylediğini hemen anladım da yüzüne vurmadım, çünkü kısa süre içinde nasıl olsa daha büyük bir gaf yaparak kendini ele vereceğini biliyordum.
Biraz daha konuştuk restoran hakkında.
Tam kapayacakken ‘‘Serdar, bir daha söylesene, nerede bu İTALYAN RESTORANININ yeri nerede?’’ sorusunu sordu.
***
İşte beklediğim an gelmişti.
Size şimdi biraz hayat dersi vereceğim.
Karşınızdaki insan ne kadar güçlü olursa olsun onun da mutlaka size yönelik hayati bir hata yapacağı an mutlaka olacaktır.
Eğer darbe vurmak istiyorsanız o anı bekleyin benim gibi.
Dünyada her türlü şey olabilir, ama PROVENCE PATISSIERE & BİSTRO adındaki bir şey İtalyan restoranı katiyen olamaz.
‘‘Joe's Pizzeria’’ adlı bir yer de Çin lokantası olamaz. Adana Ocakbaşı Lokantası da Thai yemekleri konusunda katiyen uzman değildir zaten.
Bunlar tabiat kuralıdır.
İşte o anda ben de karşı hücuma geçtim.
Hayatta hiç kimsenin beni dinlemediğini, zaten yazılarımı da okumadığını, neden uğraşıp durduğumu bilmediğimi, Hürriyet için yıllardır saçlarımı bile süpürge yapmış olduğumu, Genel Yayın Yönetmeni bile yazılarımı okumaz ise istifa etmemin daha iyi olacağını, çok mutsuz olduğumu, zaten paramın da olmadığını, bari maaşım yüksek olsaydı bu tür bir aşağılanmayı belki kabul edebileceğimi, başka gazetelerdeki genel yayın yönetmenlerinin bile beni daha dikkatli okuduklarına emin olduğumu, balığın baştan koktuğunu, onun bu ilgisiz tavrı nedeniyle gazetedeki prestijimin her geçen gün sıfır ve hatta eksi noktasına yaklaşmakta olduğunu, okunmak için ciddi yazmam gerekiyorsa gerekirse Hasan Cemal gibi bile yazabileceğimi, ama hem bunu engelleyip hem de yazılar önemsiz diye okumayan bir Genel Yayın Yönetmeni vahşeti ile karşı karşıya olduğumu, tekrar mutsuz ve parasız olduğumu, zaten Amerika'yı da özlemiş olduğumu, keşke oradan hiç geri dönmeseydimi, loto oynadığımı, para çıktığı takdirde her şeyi bırakıp gitmeye kararlı olduğumu, gidersem de tek yazacağım şeyin vasiyetim olacağını üst üst söyledim.
Daha başka şeyler de ekledim, ama bunları tam hatırlamıyorum şimdi.
***
Bu gibi durumlarda her zaman aynı şey oluyor.
1- Genel Yayın Yönetmeni sessizlik içinde şikáyetlerimin sona ermesini bekliyor.
2- Konuşmanın bu bölümünden sonra ismimi de yanlış söylemeye başlıyor ve bana Sedat diye hitap ediyor.
3- Bu seansların sonunda hemen her defasında, bundan sonra şikáyet etmezsem Amerika'ya tekrar gezmek için beni göndermeyi düşünebileceğini söyleyerek telefonu kapatıyor.
***
Anladığım kadarıyla Sedat'ı, yani Sedat Ergin'i de dinlememe gibi bir ádeti var.
Çünkü güvenilir kaynaklardan almış olduğum istihbarata göre Sedat'a da zaman zaman Serdar diye hitap ediyormuş. Bana neden Sedat dediğini sorduğumda ‘‘Ne yapayım, ona da arada Serdar diyorum’’ cevabını veriyor. Buna neden sevinmem gerektiğini anlamadım.
Ben ve Sedat yıllardır bu meslekte çalışıp durduk. O, tedaviye cevap vermeyecek kadar ciddi olduğu için Ankara Temsilcisi oldu.
Ben laubali yazılar yazmakla görevlendirildim.
İkimiz de aynı yaştayız.
İyi okuduk, iyi yazdık, dünyayı tanır biliriz.
Ama sonunda geldiğimiz noktaya bakın. İkimizin de adını henüz tam öğrenememiş bir Genel Yayın Yönetmeni'nin emrinde çalışıyoruz.
Sayısız Türk sanatçısının söylediği gibi, gerçekten batsın bu dünya be!
***
Bütün bunları neden şimdi gündeme getiriyorum biliyor musunuz?
Pazar günü ‘‘Ruth Reichl'in son yazısı’’ başlıklı bir yazı yazdım.
New York Times'ın yemek eleştirmeni bayan, yeni bir görev üstleneceğinden okuyuculara veda yazısı yazmıştı.
Genel Yayın Yönetmeni telefon açtı ve ‘‘Neden kadının fotoğrafı yok’’ dedi.
Ben de, restoran eleştirmenlerinin fotoğrafları yayınlanmıyor da ondan dedim.
O da bana ‘‘Kardeşim, kadın ölmüş hálá mı fotoğrafı gizli’’ dedi.
Yazıyı, bu konuda başka herhangi bir yorum yapmadan bitirmek istiyorum. İyi günler.
Paylaş