SABAHLARA kadar sadece türkü söylenen gece kulüplerinden bir tanesindeyim.
Tamamen erkeklerle dolu içerisi.
Hepsi de türküleri ezbere biliyorlar, bütün türkülere büyük bir coşkuyla eşlik ediyorlar.
İçersi loş, sahnede yumurta topuklu iskarpin giymiş adamlar var, onlar saz çalıyor ve büyük bir deha olduğu iddia edilen 11 yaşındaki bir çocuk da ergenliğe yeni girmeye hazırlanan sesiyle türkü çığırıyor.
Aniden sahneye haddinden fazla bıyıklı adamlar çıkıyor, bir leğen atıyorlar yere ve yine haddinden fazla kıllı olan kollarıyla çiğköfte yoğurmaya başlıyorlar.
Salondaki coşku bir anda doruklara çıkıyor. Birden herkes ‘‘Ley, ley, ley, ley, ley, ley’’ diye bağırmaya başlıyor.
Ben de kalabalığa uyayım diye aynı sesi çıkarmaya çalışıyorum ama mümkün değil başaramıyorum.
Çiğköfte yoğurmakta olan adamlar bu arada had safhada terlemeye başlıyorlar çünkü salon Türkiye'de gece eğlencesinin yapıldığı bütün mekánlarda olduğu gibi aşırı derecede sıcak.
Ve terlerini kollarına siliyorlar.
Bu arada sarhoş olmaya başlayan erkekler topluluğundan bazıları dinledikleri yerel türkünün çağrıştırdığı hüzne artık dayanamayarak ağlamaya başlıyorlar.
Bazıları da onları teskin etmek için kafalarını yağlı güreş sahasında olduğu gibi kollarının arasında sıkıştırıp, onları yanaklarından öpüyorlar.
Birden bir anons yapılıyor ve o gecenin türkünün gelecekteki starlarının bulunmasına adanmış olduğu, bu nedenle seyirciler arasından seçilecek talihlilerin sırayla türkü çığırmaları gerektiği söyleniliyor.
Anons sesi salonun içinde tuhaf bir şekilde yankılanıp sona ererken...
Salondaki tüm ışıklar sönüveriyor ve bir spotla sadece benim gövdem aydınlanıyor.
Ve erkekler topluluğu hep bir ağızdan ‘‘Çığır, çığır, çığır’’ diye tempo tutarak beni sahneye davet ediyorlar.
Ve ben hareket etme yeteneğimi de tamamen yitirmiş olduğum için ‘‘Çığır’’ davetlerine anında uyamadığımdan bana hafiften de kızmaya başlıyorlar.
* * *
Hamburgercideyiz.
Penelope Cruz ile ilk birlikte geçirdiğimiz gece bu.
Onun benim çıkma davetimi kabul etmiş olması bana bir şey ifade etmiyor çünkü benden önce Tom Cruise ile beraberdi ve hayatta her şeyi söyleyebilirsiniz ama onun benden daha akıllı olduğunu sanırım söyleyebilmeniz mümkün değildir.
Tamam tamam dişleri daha beyaz ve bu yüzden de her aptal şeye gülümsüyor ama ne yapayım ben part-time Ortadoğuluyum, dişlerim ancak bu kadar beyaz olabiliyor işte.
Siparişlerimiz geliyor ve rüyamın kábus bölümü o anda başlıyor.
Penelope o korkunç ağzıyla hamburgeri ısırıyor ve üstelik ağzı açık biçimde çiğnemeye başlıyor lokmalarını.
Ağzı bir anda aniden karaya alınmış deniz anası gibi şekil değiştirmeye başlıyor.
Penelope'nin ağzı tek başına bir korku filmi haline dönüşüyor.
Ve ben, Tom Cruise aklıma geldiği için onunla yatmakta hayli zorlanacak olan ben, Penelope hamburgerini bitirdiği an onunla yatma fikrinden ebediyen vazgeçmiş oluyorum.
Ama o bana ‘‘Haydi benim eve gidip birer kahve içelim’’ diyor.
* * *
Genel yayın yönetmeninin odasındayım.
Takım elbise giymişim, ayakkabılarım gıcır parlıyor ve beni onun masasının tam önündeki bir iskemleye bağlamışlar.
Elim kolum hareket edemiyor. Ağzımı da bağlamışlar, konuşmam mümkün değil.
Ve o gelip masasına oturuyor, bana medyada etik ve ahlak üzerine bir söylev vermeye başlıyor.
Daha doğrusu daha önce almış olduğu notlardan gayet monoton bir sesle okuyor ve arada bir de durup uzunca bir süre sessizce bana bakıyor.
Notları yaklaşık 10 bin sayfa filan ve ben daha üçüncü sayfada çılgınlar gibi haykırmaya başlıyorum ama sesimi kimse duymuyor.
Gece oluyor, tüm Medya Towers'da ışıklar sönüyor, bina zifiri karanlığa bürünüyor, sadece tek bir odadan loş bir ışık geliyor.
Ve aynı odadan monoton bir ses duyuluyor.
Kábusum binanın dış çekimiyle bitiyor. Dışardan camdan görünüşte ben bağlı olduğum iskemlede kafamı deli gibi sallarken o okumasını sürdürüyor.
Ve kamera İkitelli'nin muhteşem manzarasını vermek için binadan dışa doğru çekilirken bir rüya için bile son derece abuk olmasına karşın Jaws filminin müziği çalmaya başlıyor.