BEN bir süre önce gündelik yaşamımda sinirlenme oranımda düşüş gerçekleştirmeye karar verdim.
Bu kararı almadan önce, gündelik yaşamdaki sıradan ilişkilerin hemen hepsinin sadece beni deli etmek için düşünülmüş birer komplo olduğunu bile düşünmeye başlamıştım.
Sağlıklı bir durum değildi bu, kızdıklarımın değişmesine imkán yoktu. Sinirden gebermemek için yapabileceğim tek şey ise, sinir olaylara bakış açımda felsefi bir dönüşüm yaratmamdı.
Kendimi zorlayarak bunu yaptım.
Dün yaşanan ve biraz sonra anlatacağım olaya kadar sakin yaşamaya başladım.
Dün ise geçmişim beni yakaladı ve bir daha bırakacağı da çok şüpheli.
***
Oysa her şey son derece sakin başlamıştı. Rana ile birlikte sinemaya gitmeye karar vermiştik.
Sinemanın bulunduğu yere çok yakın bir market var. İlk önce orada alışveriş yaptık, sonra arabayı park edip biletlerimizi alarak 16.30 matinesini beklemeye başladık.
Büfede ne var ne yok bir bakayım dedim. Döndüğümde Rana'nın gözü ufukta bir yerlere sabitlenmişti.
Son derece ürkütücü bir bakıştı bu, böyle bir ifadeyi ben en son olarak Kuzuların Sessizliği filminde Anthony Hopkins'in suratında görmüştüm.
‘‘Ne oldu’’ dedim, biraz zaman geçip de transtan kurtulduktan sonra ‘‘O kadının yemekte olduğu sandviçten ben de yemeliyim, hem de mutlaka’’ dedi.
Ve evet, gayet tabii ki o sandviçin biraz önce terk etmiş olduğumuz marketten başka yerde satılmadığını da bana aktardı.
***
Saat 16.20'ydi bunu söylediği anda. Dedim ya sinirlenmemem lazım, ‘‘Peki haydi gidelim oraya’’ dedim.
Arabayı almamıza gerek olmadığını söyledi. Ona da olur dedim.
Yürümeye başladık. Rana dükkán seyretme hızıyla yürümekte ısrarlı ve filmin başlamasına 7 dakika kalmış. Biz hálá yoldayız ve benim içimde bazı hisler şahlanmaya başlıyor, ama görünüm olarak hálá çok sakinim.
Markete girdik, bana ‘‘Sen kola al, ben sandviçler bölümüne gidiyorum’’ dedi. Kolayı aldım ve koşarak yanına gittim; çünkü yalnız başına bıraksam oradaki tüm sandviçler üzerine soru sorar ve aralarında yanlış olanlar varsa onların da düzeltilmesini ister.
Yanına varınca tahmin ettiğim gibi sohbetteydi. Ben tezgáhtar kıza şunu ver dedim. Bana hangisinden istediğimi sordular, ben fark etmez dedim. Kız, bizde fark etmez adında bir sandviç yok, diye espri yaptı ve ben sustum.
Aldık paketleri, ben koşarak Rana yavaş yürüyerek kasaların bölümüne geldik. Aman tanrım, sanki banka önünde emekli maaşı kuyruğu vardı orada.
O kuyrukta sıra bana geldiğinde filmde de The End yazardı mutlaka ve bu arada Rana bu endişelerden tamamen uzak sandviçlerden bir tanesini yiyordu.
Sonra aniden bir mucize oldu ve anons yapılarak 2 numaralı kasada sadece kredi kartıyla ödeme yapılabileceği duyuruldu.
Benim önüme geçebilecekleri öldürme kararı alarak oraya koştum. 2 milyon 800 bin lira tuttu hesap. Kredi kartımı verdim ve gayet tabii ki makinede bir arıza oldu. Kart bir türlü geçmiyor.
3 milyon bulup verdim. 200 bin lirası bile olmadığını, onun için sadece kredi kartı alan kasa olduğunu söyledi. ‘‘Olsun, üstü kalsın’’ dedim ama ‘‘Olmaz, kartı geçtim bir kez, cevap beklemem lazım’’ dedi.
Film başladı. Rana bu arada kolasını da açtı.
Bir süre uğraştıktan sonra kasadaki kızın makineye fiş takmayı unuttuğu ortaya çıktı. Bana baktı ve gülümsedi, ben de gülümsemeye çalıştım ama ağzıma kramp girdi. Rana bana sandviçlerin çok lezzetli olduğunu, bir tane daha almak için vaktimiz olup olmadığını sordu ve o anda krampım galiba felce dönüştü. Tezgáhtar kız bu arada kalem bulamadı, kalem bulabilmek için başka kasaları dolaşmaya gitti.
En sonunda çıktık oradan. Tanrım, Rana neden yavaş yürüyor ki ve film o anda 10 dakikadır oynuyor ve.....
İşte o anda elimdeki paketleri bıraktım ve yerde dört kez zıplayarak hepsinde de LANET OLSUN diye haykırdım.