Neden-sonuç ilişkisiz düşünceler

GÜNLERDEN pazar olduğunu unutarak hamburgerciye gittim. İçerdeki nüfusun yüzde 80'i çocuktu. Hepsi bir anda, farklı numaraları bağırıyorlardı.

Anlaşılan hangi numara karşılığında hangi hediyenin verildiğini hepsi ezbere biliyordu.

Ders çalış desen hiçbirisi bir şey ezberlemez ama böyle işlerine gelince zekáları açılır bir anda.

Farklı numaraları sayıklamakta olan çocukların takriben yüzde 20'si ise hem numara söylüyor hem de ağlıyordu.

Onların istedikleri oyuncaktan kalmamıştı hamburgercide.

Madem oyuncaklar bu kadar popüler, neden köfte işini tamamen bırakıp direkt oyuncakçı dükkánı açmıyorlar, bunu da anlamak mümkün değil.

O karmaşa içinde yapabildiğim kısa kamuoyu araştırmasına göre 4 numaralı oyuncak çok popüler olmalıydı ve ticareti becerebileceğime inansam hemen şu anda yazmayı ebediyen bırakır, dört numaraya tekabül eden oyuncakları yurt sathından toplar, bunları stoklar ve sonra da büyük bir vurgun yaparak bunları üç misli fiyatına ağlayan çocuklarını susturabilmek için her türlü öneriye -ki bunlar arasında cinayet de olduğu kesindir- açık olan anne ve babalara satardım.

* * *

Bu Amerikan çıkışlı köftecilerde satış elemanlarına hiperaktif olmaları öğretiliyor galiba.

Pazarlama teorisinde son gelinen nokta bu. Pazarlama elemanları her zaman çok neşeli, çok keyifli ve çok hızlı olmalılar.

Bu hamburgercilerden bir tanesine girdiğinizde içerde tek müşteri siz olsanız bile ergenlik çağının ucundaki kız ve oğlanlar bağırmaya çağırmaya, oradan oraya koşuşturmaya ve kendi aralarında şakalaşmaya filan başlıyorlar.

Bir firma kültürü yarattıkları inancındalar bu şekilde davranarak.

Ancak bütün bu hiperaktivite sırasında sizin lafınızı tek bir defada anlamaları katiyen mümkün olmuyor.

Ne istediğinizi iki veya üç defada ancak anlıyorlar.

Ve her defasında onların da size söyleyecek bazı lafları oluyor, yani siparişi alıp hamburgeri getirmekle yetinmiyorlar.

Belki iyi önerileri de oluyordur, belki iyi fikirleri de vardır ancak onlar televizyon magazini Türkçesi konuşuyorlar. Anlamı olmayan kelimeleri şekilsiz ve yayık bir şekilde mırıldanma lisanı bu ve dolayısıyla da bugüne kadar söyledikleri tek bir kelimeyi bile anlamadım.

* * *

‘‘Mısır Çocukları’’ adlı korku filminin setine dönüşmüş olan hamburgercide ilk lokmayı tam ısıracakken üç yaş civarı bir oğlan geldi yanıma.

Elinde tuhaf bir oyuncak vardı.

Oyuncağı bana doğru uzattı ve ‘‘Baaaaaakkkkkk’’ diye konuştu.

Ben o sırada yıllar önce okuduğum bir Jerzy Kosinski hikáyesini hatırladım.

Hikáyede kahraman binmiş olduğu uçakta ön sırada oturmakta olan Polonyalı ailenin minik çocuğuna anne ve babasına duyurmadan kendi diliyle kötü şeyler söylüyor, çocuğu ağlatıyor, anne ve baba arkalarına dönünce de onlarla sadece İngilizce konuşarak ne demek istediklerini anlamadığını anlatıyordu.

Uçak yolculuğu bittiğinde öndeki çocuk tımarhanelik deli haline dönüşmüştü.

Çok keyifli bir hikáyeydi o.

Ben de ondan esinlenerek çocuğun uzattığı oyuncağa bakmak yerine onun suratına sabit bir şekilde, gözümü kırpmadan bakmaya başladım.

O da bana baktı, baktı, baktı ve sonunda bana dilini çıkardı.

Ve sonra benim bu hayattaki varlığımı tamamen unutarak bir başka masayı taciz etmek için yanımdan ayrıldı.
Yazarın Tüm Yazıları