BAŞLANGIÇTAKİ soruya uzun zamandır makul bir cevap aramaktaydım. Hayatta bana olmayan her şey ona oluyordu ve bunun da bir cevabı olmalıydı elbet, bu nedenle meseleye takmıştım uzun süredir.
Öyle ya baksanıza ikimizi yan yana koyun.
Bir kere adam yakışıklı.
Sonra ciddi.
Patron ve üst düzey yöneticiler onu seviyor.
Genel yayın yönetmeni onu hep yurtdışına yolluyor.
Gazeteci arkadaşları var.
Yazılarındaki her cümleyi kan ve gözyaşıyla yazıyor.
Ve de son olarak benden daha çok maaş alıyor. (Bunu söylemek için bir araştırma yapmam gerekmedi çünkü bana göre herkes benden fazla maaş almakta.)
Bütün bunların bir sebebi olmalıydı gayet tabii ki.
* * *
Uzun yıllar süren araştırma ve düşünme sürecinin sonucunda aradığım cevabı sonunda yine onun yazmış olduğu bir yazıda buldum.
20 Nisan 2002 tarihli Milliyet Gazetesi'nin 19'uncu sayfasında kollarını kavuşturmuş olarak çektirmiş olduğu fotoğrafının hemen altındaki ‘‘Avrupa Türkiye'yi Gözden Çıkarabilir mi, Çıkaramaz mı?’’ başlıklı yazısında bakın Hasan Cemal ne yazmış:
‘‘(Floransa)- Pencereden dışarıya bakıyorum. Bahar bütün güzelliğiyle patlamış. Yemyeşil tepeler. Toscana'nın seyrine doyum olmayan zarif selvileri.
Yeşillikler arasında gözü okşayan pastel renkleriyle evler. Ulu çamlarla flört eden, kökleri yüzyılların ötesine uzanmış, görmüş geçirmiş köşkler.
Ve insanın içini kıpır kıpır yapan güneşli, ılık bir havayla kuş cıvıltıları.
Tabiat ana çağırıyor.
Ama biz bütün bu güzelliklerin ortasında hakikaten zor olanı yapıyoruz.
KOCAMAN BİR MASANIN ETRAFINDA 25-30 KİŞİ TÜRKİYE'YLE AVRUPA BİRLİĞİ'Nİ, KIBRIS'I KONUŞUYORUZ.’’
* * *
Sevgili okurlar.
Milliyet Gazetesi onun yerine beni Floransa'ya yollamış olsaydı benim yazımda yukarda büyük harflerle yazmış olduğum bölüm ve sonrası katiyen olmazdı.
Ha, belki gerçekten benimle Floransa'da o anda bulunan bazı kişiler içerlerde bir yerlerde Avrupa Birliği'ni, Kıbrıs'ı ve Türkiye'yi konuşuyor olabilirlerdi.
Ama ben onları gezi boyunca hiç görmeyeceğim, söylemiş olabilecekleri önemli şeyleri hiç duyma imkánım olmayacağı için siz sevgili okurlarıma bunları anlatmam da mümkün olmayacaktı.
İşte benim bir Hasan Cemal olamamamdaki en önemli faktör bu arkadaşlar.
Hatta Hasan Cemal'i bizim sektörde biricik, eşi bulunmaz kılan da bu.
Benim bildiğim, tanıdığım gazeteciler arasında genel yayın yönetmenine anlattığı Floransa'ya gidiş nedeni ile oraya gittiğinde yaptıkları birebir çakışacak tek gazeteci Hasan Cemal'dir.
Ben Floransa'ya iki günlüğüne gitmiş olsaydım aklıma gelecek en son şeyler Top 100 listesinde 99'uncu sırada Türkiye, 100'üncü sırada Avrupa Birliği olurdu.
Kıbrıs meselesi bu listeye bile giremezdi.
Ama Hasan Cemal bu işte, o bu konularla heyecanlanıyor, bu konulara kafa patlatıyor, haydi bunu kendisinde tutsa iyi, bunu da yapmıyor ve yukarıdaki gibi güzel başlamış bir yazıyı Kıbrıs meselesi, Mesut Yılmaz'ın görüşleri, Milli Güvenlik Kurulu tartışmaları ve benzer konularla sürdürebiliyor.
Anlayacağınız Hasan Cemal son derece cesur bir insan da çünkü başladığı gibi sürdürse yazısını okuyucu kitlesi ikiye katlanacak ama o okuyucunun katiyen ilgilenmediği bütün araştırmalarda gözüken konularla sürdürebiliyor yazısını.
Ayrıca şunu da söylemek istiyorum: Bu Mehmet Y. Yılmaz da çok şanslı bir genel yayın yönetmeni, yemin ediyorum.
Hayatta onun dışında hiçbir genel yayın yönetmenine Floransa'ya gidip de o güzel havada gerçekten semineri izleyip yazı yazacak bir köşe yazarıyla çalışmak nasip olmamıştır.
Bu, Hasan Cemal'in Türkiye'ye yılda sadece iki veya üç gün uğramasının altında yatan gizemi de açıklamaktadır gayet tabii ki.