Paylaş
Evet ‘Ne yapmalı’.
Bu soruyu eminim sabahın erken satlerinden itibaren çok kişi kendi kendine soruyor.
Aslında bu sorunun cevabı da yok.
Çünkü millet toplumsal kurtuluşa takmış durumda.
Halbuki daha kolay olan bireysel kurtuluş alternatifi var.
Bunun da yöntemi belli.
Depresyondan kurtulmak istiyorsanız.
Seçim sonucuna kafayı takmamak çabasındaysanız.
Siz de benim gibi bir kadın tarafından eziliyorsanız.
Veya bir erkek sizi üzüyorsa, mutsuz ediyorsa.
O zaman yapılacak tek şey var.
Marcel Proust'u okumaya başlayacaksınız.
(Kusura bakmayın. Tabii ki takmış durumdayım ve üstelik de yeni takıntımı sizinle detaylı bir şekilde paylaşacağım. Bundan mümkün değil kurtulamayacaksınız. Ben batarken başkalarını da beraber dibe çeken insanlardanım. Ayn Rand tipolojisinde bir egoistim. Aynı zamanda şaşı ve de şişkoyum ama tabii bunlar çok daha farklı ve uzun bir yazı konusu olacak kadar önemli ayrı şeyler.)
***
‘Kayıp Zamanın İzinde’nin dört cildi Türkçe'ye çevrildi. Diğerleri de sırada.
Hepsi çevrilmedi diye üzülmeyin. Çünkü siz ilk dört cildi bitirinceye kadar bir 10 yıl filan geçeceğinden, o zamana kadar nasılsa Roza Hakmen diğer bölümlerin de çevirisini tamamlar.
Proust okumak insana ölümsüzlük hissi veriyor.
Kitabı okumaya takıyorsunuz ve bir gün öleceğiniz ve okumanın da yarım kalabileceği duygusunu yitiriyorsunuz. Okuma bitmeden bir şey olmayacak gibi davranmaya başlıyorsunuz.
1 milyon 250 bin kelimenin okunması da doğal olarak bir türlü bitemediğinden ölüm sanki sonsuza kadar ertelenmiş gibi bir hava doğuyor.
Bazı psikologların depresyonda olan hastalarına Proust okutmalarının temelinde de bu yatıyor galiba.
***
Ahhh, ahhh, ahhh.
(Bu kelimeleri okurken dizimi dövdüğümü hayal etmenizi rica ediyorum.)
Neden daha önce keşfetmedim bu Proust'u bilmem ki?
Bunca seneyi mani-depresyona harcadım yazıklar olsun bana!
Halbuki İngiltere'nin acayip anarşist ve bir o kadar da komik olan Monty Python grubu eskiden bir skeç yapmıştı.
İngiltere'nin güney kıyı kasabalarından bir tanesindeki ‘Tüm İngiltere Proust’u Özetle' adlı yarışması düzenleniyor bu skeçte.
Yarışmacılar ‘Kayıp Zamanın İzinde’nin yedi cildini, bir başka anlatımla bir milyon 250 bin kelimeyi en fazla 15 saniyede özetlemek zorundalar.
Özetlerini ise jüriye ilk önce mayo giymiş olarak daha sonra da gece kıyafeti giyerek yapmalılar.
İşte yani kavram bile komik bilmem anlatabiliyor muyum?
Benim hayatımı eskiden uzunca bir süre Monty Python yönlendirmişti. Bu skeçten sonra bile Proust'u okumayı bu kadar ertelemiş olmam hayret bişi vallahi.
***
Proust ile Woody Allen arasında büyük benzerlikler var.
Bunu anlayabilmek için Proust'un bazı özelliklerini bilmek gerekiyor: (Bunlar Alain de Botton'un ‘Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir’ adlı kitabından.)
- Proust da hayatı boyunca hem gerçekten hastaydı, hem de hastalık hastasıydı.
- Proust da hastalıklarını abartırdı. Reynaldo Hanh adlı arkadaşına yazdığı bir mektuba, ‘Öylesine kötü nezleyim ki mektuba başladığım andan itibaren burnumu tam 83 kez sildim’ diye yazmıştı. Mektubun üç sayfa uzunlukta olduğu dikkate alınırsa bu kendi çapında bir dünya rekoruydu.
Bunun da ötesinde bir insanın belirli bir süre içinde burnunu kaç kez sildiğini sayması da tuhaf tabii.
- Proust da kendi yaşam rutininde en küçük bir aksamanın ve evinden azıcık uzaklaşmanın kendisini kesinlikle öldüreceğine inanırdı.
- Proust'da yükseklik korkusu vardı. Bir keresinde Versailles'e amcasını ziyarete gitmiş orada da tabii ki hastalanmıştı. Paris'e dönüşünde amcasına yazdığı mektupta orada hastalanmasını Versailles ile Paris arasındaki denizden yükseklik farkına bağlamıştı. Versailles Paris'e göre denizden sadece 83 metre daha yüksekti.
- Proust da sürekli vızıldanır, şikayet eder, ilgi beklerdi. İnsanların kendisine tahammül göstermelerini talep ederdi. Bu ilgiyi görmeyince de kendinde kabahat aramazdı.
- Proust da konuşmaya ilk başladığı günden itinbaren kısa süre içinde öleceğini etrafa anlatmaya başladı. Üstelik bunu her defasında yeniden anlatırken de buna son derece inanmış bir surat ifadesi takınırdı. Onun bu huyuna hayatta sadece bir kişi karşı çıktı.
Bay Lionel Hauser ona bir mektup yazarak, ‘‘Bunca senedir öleceğini söyleyip duruyorsun, bak hayatını zehir etin. Bırak artık böyle konuşmayı sana bir şey olacağı yok’’ dedi.
Bence Bay Lionel Hauser dünyanın en şanssız insanıydı.
Çünkü bu mektubu aldıktan bir süre sonra Proust bunca yıldır olacağını etrafa söylediği şeyi sonunda başardı ve gerçekten öldü.
- Woody Allen'in Yahudi annesinden çektikleri herkes tarafından bilinir.
Proust da son derece baskıcı bir anne ile yaşadı.
Annesi onun gün içindeki bütün hareketlerini kontrol ederdi.
Bir ara durum öyle vahimleşmişti ki Proust geceleri uyuyamadığı zaman oturup uyumadığı saatlerde neler yaptığını, neler düşündüğünü mektup olarak yazar ve sabah annesi uyanmadan onun odasının kapısına bırakırdı.
Tabii ki Proust'un annesi de Yahudiydi.
Marcel aslında annesinin onun sürekli hasta olmasından mutlu olduğu şüphesini taşıyordu.
- Ve son olarak Marcel de görünürde insanlara çok nazik davranırdı ama herkesin arkasından da dedikodu yapardı.
Anlayacağınız Woody ile Marcel birbirlerine çok benzerlerdi.
Nasıl, seçimi unutturdum size değil mi ama?
Paylaş