Paylaş
CUNDA'da son derece keyifli bir akşam geçirmek yerine, Rana'nın ısrarı üzerine, üstelik bir de abuk Yunan polisine muhatap olduktan sonra Midilli limanındayız.
Limanın hemen önünden, herhangi bir cuma akşamı saat 17.30 ile 20.30 arasındaki Boğaz Köprüsü trafiğine aynen benzeyen bir trafiğe sahip olan yol var.
Nereden geliyorlar ve nereye gidiyorlar, anlamak mümkün değil. Bütün ihtimalle bir amaçları ve hedefleri de yok. Tek bildiğim şey, trafiğin 22 saat filan sürekli olarak aktığı.
‘‘Adaya Türklerin geldiğini haber almışlar, sürekli olarak aynı arabaları bizim önümüzde ring yaptırıyor olmalılar. Böylece adanın nüfusu konusunda yanlış bilgilenip, korkacağımızı düşünüyorlar’’ dedi arkadaşım.
Had safhada paranoyak bir düşünceydi bu, ama Yunanistan'da olduğumuz için bir o kadar da realistti.
İnsanda biraz estetik olur be! İnsan bari limanın önünü trafiğe kapar ya! Ben bir tek Türkler bu tür abukluklar yapar zannediyordum, yanılmışım.
* * *
Adada herkesin altında bir motosiklet var. Bu yüzden de restorandan daha fazla motosiklet tamircisi bulunuyor.
Adamlarda kesinlikle yön mefhumu yok. Trafik kuralı diye bir şey de bilmiyorlar.
Üstelik Midilli'de yaya kaldırımı da yok.
Yunanlı motosiklet sürücüleri, yürüyen insan diye bir kavrama alışmamışlar. Yürümekte olan insanları, kendilerinin önüne dikilmiş bir tür iç sıkıcı engel olarak görüyorlar.
Floransa'da da motosiklet çılgınlığı vardı, ama en azından onlar medeniyetten nasiplerini almış oldukları için yaya kaldırımı yapmayı akıllarına getirmişlerdi.
Yunanlılar ise Aristo'ya sahipler ama ne yazık ki onun kitapları artık okunmuyor. Okunuyor olsaydı, zaten güzel olabilecek bir adanın da bu kadar böylesine içine edilmezdi.
* * *
Ve evet, beklenen oldu; Rana alışverişe çıkacağını söyledi.
Bu bana çok anlamsız geldi ve nedenlerimi de kendisine anlattım. Midilli Adası'nda bir Türk'ün alışverişte beğeneceği bir şey bulabilmesinin bir ihtimal ancak 1977-79 yılları arasında mümkün olabileceğini, 2000 yılında bu adada Türkiye'de bulunamayacak herhangi bir mal veya hizmetin bulunmasının kesinlikle mümkün olmadığını, bu koşullar altında bile alışverişe çıkma isteği ifade edilmesinin önemli bir psikolojik hastalığa işaret ettiğini söyledim.
Cevap olarak bana, ‘‘Haydi, iki saat sonra buluşuruz’’ dedi.
Başka bir ülkede olsak, ‘‘Aman canım, iki saat yeter mi hiç sana. Acele etme, gönlünün keyfine göre alışveriş yap, 5 saat sonra buluşalım’’ türü lafları kesinlikle söylerdim.
Kenya'da bile, tek başına alışverişe gitmesi için onu ikna edeyim diye ne kadar yalvardım, bilemezsiniz.
Ancak Rana'yı tanırım. Alışveriş yaparken kesinlikle birileriyle kavga filan edecektir şimdi. Kenya'da da Masai Mara kabilesinden yerlilerle tartışmıştı.
Gümrük polisinin odasında çıkardığım kavgadan sonra peşimizde gizli polis olduğuna emindim. (Hep Yunanlılar paranoyak olacak değil ya.)
Bir küçük olay olsa hepimizi içeriye tıkacaklar.
Hapse düşmek tek başına önemli değil, ama ya Türkiye'den buraya iltica için kaçmaya çalışırken yolda yakalananlarla birlikte kodeste yatarsam ne olacak, onu düşündüm.
Her şeye tahammül edebilirim, ama böyle bir işkenceye katiyen katlanamam.
Sırf bu yüzden ben de çarşıya gittim ve onun yanında durdum.
* * *
Benim çok sayıda teorim var. Bunlardan bir tanesi de, Rana'nın alışveriş sürecinde yepyeni bir boyuta geçmesiyle ilgili.
Bir tür paralel yaşam bu. Bilimkurgu romanlarında olduğu gibi, alışveriş başlayınca ilk yaşamından hemen bu ikinci yaşamına atlıyor.
Vücudu birinci yaşamdaymış gibi izlenim veriyor, ama zihni ve hisleri ikinci paralel yaşamda.
Gözleri de bir tuhaflaşıyor zaten vitrinlere bakarken.
‘‘Invasion of the Body Snatchers’’ filmindeki, uzaydan gelen yaratıkların beyinlerini emdiği insanların bakışlarına sahip oluyor geçici süre için.
Beni duymuyor. Bırakın beni duymayı, onu ezmek içi sokakta dolaşmaya çıkmış yüzlerce, nereden gelip nereye gittikleri belli olmayan amaçsız motosikletin de farkında olmuyor kesinlikle.
Bir ara, bırakayım kendi haline de bu iş kesin çözüme ulaşsın diye düşündüm.
Ancak bu fevkalade olayı Yunanistan'da gerçekleştirmeyi de içim istemedi doğrusu. Dolayısıyla her 30 saniyede bir onu sağa sola çekiştirerek ölmesini engelledim ve o bana hiç teşekkür etmeden, tek bir şey de gayet tabii ki satın almadan, iki saat boyunca Midilli kasabasındaki her dükkána girdi.
(Yarın: Uyku vakti!)
Paylaş