Paylaş
Çok doğal ve olması belki de gecikmiş bir süreç nihayet başladı.
Medyanın kendi içinde hasaplaşılması dönemine girildi.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi yayınlandı. Bu bildirgenin yayınlanmasıyla bir tartışma süreci başladı.
Gazeteciler Meclisi Girişimi, kendi içlerinde büyük tartışmalar yaşasalar ve bölünme sinyalleri verseler de sürüyor.
Bunlar çok güzel şeyler çünkü bir çok başka yazıda belirttiğim gibi bu tür bir hesaplaşmaya gitmeden, geçmişin değerlendirilmesi yapılmadan, bireysel bilançolar öne dökülmeden bu ülkede sağlıklı bir demokrasi yapısına kavuşulması katiyen mümkün değil.
Bu tür bir süreci var gücümle destekliyorum. Bazı polemiklerin hedefi olacağımı bilmeme rağmen bu süreci istiyorum.
Ancak hemen başta bir şeye dikkat çekmem gerekiyor.
Bu hesaplaşma dönemimin mümkün olduğunca soğukkanlı yapılması gerekir. Kızgınlıklar ön plana çıkarsa sadece sinirli insanların tartışması düzeyinde kalır olay.
Oysa önemli olan herkesin yazdıkları ile, çıkardıkları ürünün tümü ile değerlendirilmeleridir.
Aklı başında insanlar konuyu nasıl tartışacaklarını bilirler umudunu taşımaktayım.
*Ê*Ê*
Meseleye böyle baktığımdan BİRİKİM dergisinin Ocak sayısı benim açımdan büyük bir hayal kırıklığını oluşturdu.
Derginin bu ayki sayısını ‘MEDYA VE ETİKİ’ konusuna ayırmışlar.
Heyecanla aldım tabii ve baştan sona da büyük bir dikkatle okudum.
Türkiye'de BİRİKİM ve onun Batı'daki eşdeğerde olduğu NEW LEFT REVIEW gibi dergilerin en önemli yanı ele aldıkları konuyu ciddi, bilimsel bir soğukkanlılıkla irdelemeleridir.
Birikim'in bu sayısında konular nedense yüzeysel olarak ele alınmış.
Örneğin ‘‘Yeni aristokratlar; Köşe Yazarları’’ adlı yazıda adı geçen köşe yazarların yazılarının toplamından ortaya çıkan görüntünün ideolojik eleştirisi yapılmak yerine tek tek yazarların yazılarının bazı bölümlerinden alıntılar yapılarak ortak özellikler bulunmaya çalışılmış.
Sonuçta da Murat Birsel ile Cengiz Çandar'ın veya Hıncal Uluç'un temelde aynı eğilimde olduğu gibi bir izlenim verilmiş (bkz. sayfa 53).
Bence dergide eleştirilen yazarların yazılarından alıntılar yapmak yerine (ki bu yazarlar arasında ben yokum. Sakın ha kişisel bir ağır eleştiriye uğradığım için bu yazıyı yazdığımı zannetmeyin) bu yazarların varsa ideolojik tavırlarının onları hangi politik sonuçlara ittiğinin gösterilmesi gerekir.
Bu yazıyı okuyunca insan Türkiye'deki en önemi ideolojik sorunun ‘‘keyif, yemek ve gezi’’ yazıları yazan yazarlardan kaynaklandığını düşünebilir.
Bu da sorunun bir parçası, tabii ki olabilir ancak tüm dergide siyasi yazı yazanların tek bir kapsamlı eleştirisinin olmaması, buna gerek duyulmaması bana son derece garip geldi.
*Ê*Ê*
Yine aynı sayıda futbol medyası üzerine bir yazı var.
Dış maçlarda milliyetçilik duygularının futbol medyası tarafından nasıl körüklendiği irdeleniyor.
Tamam doğruluk payı var, eleştiride de sanki bunun yapıldığı tek ülke Türkiye'ymiş imajı verilmesi yanlış oluyor.
Buradan da Birikim'in bu sayısında temelde var olan ideolojiye atlamak gerekiyor.
Yapılan bütün analizlerde ele alınan hiçbir konu Türkiye'ye özgü değil.
Basında tekelleşme, köşe yazarlarının star haline gelmeleri, spor basınında milliyetçilik hep kapitalist dünya sistemine özgü gelişmeler.
Birikim yazarları anladığım kadarıyla sosyalist sisteme geçilmeden medyadan hayır gelmeyeceğini düşünüyorlar.
Böyle düşünüyorlar da bunu neden açıkça yazıp eleştirilerini bu nirengi noktasına göre yapmamışlar anlayamadım.
Tabii durum böyle olunca medyada düzelme olayı tartışılırken Birikimciler'in konuya katkılarının da düşük düzeyde kalacağı sonucuna varılabilir.
Çünkü medyada yanlışların kaynağı ve nedenleri çok daha farklı yerlerde ve bunlar da kapitalist sistem içinde kalınarak tabii ki düzeltilebilinir.
Paylaş