Serdar Turgut: John Le Carre







Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Kitaplar üzerine yazmayalı çok zaman oldu. Şimdi düşünüyorum da başka bir ülkede doğmuş olsaydım, örneğin Amerika'da, hayatımı kitap eleştirmenliği yaparak kazanmayı ciddi olarak düşünebilirdim. Ama hayaller için çok geç gayet tabii.

ŞU aralar John Le Carre'nin ‘‘The Honourable School Boy’’ adlı kitabını yıllar sonra yeniden okumaktayım.

İkinci okunuşta bile müthiş keyif veren bir kitap. Le Carre bütün yazı gücünü vermiş kitaba.

Olağanüstü detaylar var anlatılan hikáyenin içinde. Zaten Le Carre'yi güçlü bir yazar yapan nitelik de bu detaylardaki inanılmaz başarısı bence.

Anlatılan insanları arkadaş yapıyor sizinle. Sonunda kötülük yapmaya doğru gittiğini anladığınız bir karakteri bile çok katmanlı olarak tanımaya başlıyorsunuz.

Ailevi ilişkileri, zevkleri, hobileriyle tanıdığınız bu insan kötülük yapınca da birden aynı zamanda ona sempati duymak zorunda kaldığınızı da fark ediyorsunuz.

Tüm insana özgü şeyler alışılır oluveriyor ve iyi ile kötü kavramları iç içe geçerek birbirine karışıveriyor.

Zaten bütün casus dünyasının önemli bir özelliği de bu değil mi? İyiliğin nerede bittiği, kötülüğün nerede başladığı bilinmez bence o dünyada ve çok karmaşık ilişkiler içindeki insanlar vardır o dünyanın içinde.

Le Carre de zaten onu, o noktayı yakalayabildiği için çok da başarılı.

*

Soğuk Savaş dönemine ait olan bütün kitaplarında bu büyük romancı kimliğini sergiler Le Carre.

‘‘Thinker, Tailor, Soldier, Spy’’, ‘‘Similey's People’’, ‘‘The Spy Who Came From Cold’’ adlı kitapları okuyanlar, onun dönemin ruhunu nasıl da iyi kavrayıp, bunu sayfalara yansıttığını bilirler.

Bu kitapların baş kahramanı, baş casus Smiley'i çok yakından tanıdığımızı hissederiz biraz.

Zamanında yukarda bahsettiğim ilk kitabın TV dizisini seyretmiş olanlar, Smiley'in yaptığı işleri okurken onu mecburen Alec Quinnes olarak gözlerinin önüne getirirler.

Sir Quinnes, John Smiley'i öylesine mükemmel oynar ki siz Le Carre'nin kitaptaki kahramanı sanki onu düşünerek yaratmış olduğunu zannetmeye başlarsınız.

O TV dizisi de mükemmeldi ve biraz nostaljik bir yaklaşım olacak ama artık galiba böylesine dev diziler de pek yapılmıyor. Çok para harcanan diziler gayet tabii ki hálá daha var ama onlar da sabun köpüğü gibi, seyreder seyretmez unutuyorsunuz olan biteni. İz bırakmıyor yeni prodüksüyonlar.

*

Bu yazıyı John Le Carre'yi övmek için yazmaya başlamadım aslında.

Yeni bir kitabı çıktı piyasaya. Adı ‘‘The Constant Gardener’’. Afrika'da geçiyor ve uluslararası ilaç şirketlerine karşı yapılan bir mücadeleyi anlatıyor temelde.

Rezalet bir kitap. Pardon, aslında şöyle demem gerekiyordu; başka bir yazar yazmış olsaydı bunu belki de zevkle okunabilirdi ama John Le Carre imzası olunca kapakta, iş değişiyor.

O imza sizin değerlendirme çıtanızı yükseltiyor kaçınılmaz olarak.

Eski romanlardaki tadı almak için okumaya başlıyorsunuz yazılanları.

Ama o tat artık yok. Olamaz da, çünkü o dönemin dünyası farklıydı ve Le Carre de ancak o farklı dünyanın mantığını yazdığı zaman iyi yazabiliyordu.

Son romanda ahlak dersleri var örneğin. Ama soğuk savaş dönemine ait romanlarda ahlak dersi yoktu, kimin ahlaklı kimin ahlaksız olduğu birbirine karışmıştı. İngiliz gizli servisinin en üst yöneticisinin Rus ajanı çıkması, Smiley'in aslında en büyük düşmanı olan Rus gizli servisi başı Karla'ya büyük saygı duyması, belki de onu sevmesi, bu saygıyı kendi tarafındaki bazı arkadaşlarınan esirgemesi işlerin öyle kolay ahlakçılığa imkán tanımadığının bir örneğidir bence.

Le Carre bu muğlaklığı iyi yansıttığı, detayda derinliklere girdiği zaman olağanüstü yazıyordu.

O dönem artık bitti, şimdi insanlar griyi bırakıp her şeyi ya siyah ya da beyaz olarak görmeye başladılar.

Bu da romancının ölümü olmuş bir anlamda. Genel geçerli inançları kabul edip, geçmiş ustalığını yeni ilişkilerde göstermeye başlayınca birden çapı düşüvermiş ve ortaya eski kitaplarına hayran olanlarca okunması mümkün olmayan bir roman çıkmış.

*

Zaten bir süredir bu yeni koşullara adapte olamayışın, yeni dünyaya uygun bir casus dünyası tanımlayamayışın sinyallerini vermekteydi Le Carre.

En iyi bildiği soğuk savaş dünyasından farklı bir dünyaya el attığında en başarılı olduğu kitap ‘‘The Little Drummer Girl’’dür. Ortadoğu'daki espiyonaj dünyası da soğuk savaş dünyasını aratmaz aslında ve orada Le Carre aradığı karakterleri bulmuştur.

Ama bunun dışında soğuk savaş atmosferiyle uğraşmayıp da başarılı olabilmiş romanı yoktur. Bir tek ‘‘Tailor of Panama’’da eski becerilerini arada bir sergiler ama örneğin ‘‘Single and Single’’ çok kötüdür.

Son romanında ise insanlık dersi vermeye başlamış, kendisine çok uluslu şeytan dev şirket gibi kolay ve gerçekten de yazar olarak ona yakışmayan, yeteneklerini sergilemesine imkán vermeyen bir hedef seçmiş, ahlak dersleri vermeye başlamış ve tabii olay tamamen batmış.

Bence bu büyük yazarın yapması gereken şey eğer tekrar yazarsa yeni romanında ‘‘Smiley'in Hatıraları’’ gibi bir formülasyon altında yeniden o çok iyi bildiği döneme dönmesi.

Çünkü o Le Carre'yi ben çok özledim.

Yazarın Tüm Yazıları