İstiklal benimdir

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Çok iyi bir huyum var benim.

Övünmek gibi olmasın ama kazanamayacağım kavgaya katiyen girmem.

Gün boyu da öyle kavga filan aramam, yanlış anlamayın.

Ama radarlarım iyi çalışır, başka gazeteleri sadece şöyle bir çevirirken bile gözüm aniden bir cümleye, bir paragrafa takılır.

‘‘İşte,’’ derim kendi kendime ‘‘sonunda nihayet bir kurban daha buldum kendime.’’

Bu tespitlerimde hiç yanılmadım.

Örnek vereyim. Bir ara Tansu Çiller'in hasletleri üzerine tartışma başlattım.

Hıncal Uluç ile sertleşti tartışma.

Benim açımdan çoktan zaferle sonuçlandı bu.

Hıncal ise dört beş aydan bu yana hâlâ ‘haslet’ kelimesini yeniden tanımlamaya çalışıyor.

Kendi yazılarını yeniden tanımlayamayacağına göre, kelimeyi yeniden tanımlayıp işi kurtarmaya çalışıyor.

Olsun, bu uğraşı bile seyretmek bana acayip keyif veriyor.

***

Son zamanlarda ortalık konu açısından biraz kurudu!

Hiç öyle dişe dokunur bir tartışma konusu bulamıyordum uzun zamandır.

Gerçi bir ara Avusturya Büyükelçiliği'yle polemik başlatayım mı diye düşündüm.

Avusturya üzerine yazdığım yazılara sinirlenmişler. ‘‘Bazı münferit olayların’’ genelleştirilmesini istemiyorlarmış.

Bazı münferit olay dedikleri şeyin içine Hitler de giriyor ama neyse, şimdi o konuya hiç girmeyelim.

Dedim şunlara cevap yazayım, sonra vazgeçtim.

Zira bu kavgaya uyurken bile girip kazanabilirdim ve bu benim için bir zafer değil sadece bir prestij kaybı olabilirdi.

Avusturyalılar kurallara uymayı seven insanlar. Tartışmayı da kuralına uygun yaparlar mutlaka. Ben ise Akdeniz kanı taşıyorum ve gerekirse oyunun bütün kurallarını oturup baştan yazabilirim, bilmem anlatabiliyor muyum?

Zaten o ülkenin tarihine bakın, hemen her defasında kazanmaları mümkün olmayan kavgalara girmişlerdir, bu kez de az daha aynı yanlışı yapacaklardı ben uysaydım onlara.

* * *

Ve aniden cukkadanak bir polemik geldi oturdu kucağıma.

Bazı insanlar benim yürüme yolum olan İstiklal Caddesi'ni araç trafiğine açmaya kalkıştılar.

Şöyle bir ölçtüm, biçtim karşı tarafı.

Baktım kazanmaları mümkün değil bu tartışmayı.

Çünkü onlara kötü bir haber olacak ama maalesef bu ülkede sıradan insanlara da oy hakkı tanınmış durumda.

Beyoğlu Belediyesi yetkilileri de son anda bir değişiklik olmazsa oyla seçiliyorlar.

Ve dünyadaki istisnasız her politikacı İstiklal Caddesi'nden yaya olarak sadece bir günde geçen insan sayısı kadar toplam oy alabilmek için canını bile feda etmeye hazırdır.

Bu gerçek ortadayken karşı tarafın tartışmaya girmek istemesi manevi bir intihar olarak geliyor bana.

***

Taraflardan iki tanesi işin liderliğine soyunuyor.

Bunlardan ilki Vitali Hakko.

Onun demeçlerinden anladığıma gire Beyoğlu Güzelleştirme Derneği'nin adında yer alan işlevi yerine getirmesindeki en büyük engel insanlar.

Bu dernek için ideal Beyoğlu şöyle:

Taksim girişiyle, Galatasaray girişi İkinci Dünya Savaşı esnasında Berlin'in giriş çıkışı gibi kontrol altına alınacak.

Bu kapıdaki nöbetçilere Beyoğlu Güzelleştirme Derneği ‘içeriye girmeye uygun, güzel ve paralı insan’ tanımını verecek.

Bu tanıma uymayanlar da katiyen içeriye alınmayacak ve böylece cadde dezenfekte edilecek.

Kapıda biriken insanların ise, kıymetli insanlar evlerine çekildikten sonra, başka bir deyişle alışveriş saati kapandıktan sonra caddeye girmelerine belki izin verilecek.

***

Beyoğlu'nu insanlardan kurtarma hareketinin ikinci teorik lideri ise Doğan Hızlan.

Doğan Hızlan ilginç bir insandır. İngiliz Lordlar Kamarası'na yaşam boyu üye olarak doğacakken bir kaza eseri Türk vatandaşı olmuş gibi davranmaktadır.

Halktan pek hoşlanmaz o da. Bu özelliğini çok küçük yaşlarda keşfetmesi çok iyi olmuştur.

Kendisini edebiyata vermiş böylece sıradan insanlar veya A harfi üzerinde şapka bulunur gibi okunan HALK konusunda en azından teorik bilgiye sahip olmuştur.

Doğan Bey teorik bilgisi pratik ile çakışmayınca da teorik bilgisini değiştirmez, pratiği yok sayar.

En basit konularda bile böyle istikrarlı davranır. Örneğin Doğan Hızlan'a bu dünyada Oscar de la Hoya diye bir insanın varlığını kabul ettiremezsiniz. Boks sporunu pleblere uygun gördüğü için boksörü de yok sayar.

Kafasına silah dayasanız ‘‘Oscar de la Hoya değil, Oscad de le Renta’’ diye bağırır.

O da İstiklal Caddesi'nde dönerci, pideci, kokoreççi ve yüksek sesle müzik çalan dükkânlar olmasından hoşlamıyor.

Onun için ideal İstiklal Caddesi şöyle: Caddede belirli bir anda sadece 10 veya 15 kişi bulunacak.

Erkek tarafı düzgün giyinecek, hatta tercihan smokin giyecekler. Leydiler ise tuvalet giymiş olacak.

Bunlar at arabalarıyla dolaşacaklar caddede. Çok derinden bir Schubert duyulacak.

Kar yağacak ve cadde elektrikle değil gaz lambalarıyla aydınlatılacak.

Kafelerde ise Dostoyevski'nin romanlarında kar imgesinin rolü türünden şeyler tartışılacak.

***

Şimdiden sonucu açıklayayım; İstiklal Caddesi tartışmasını yayalar çoktan kazandı bile.



Yazarın Tüm Yazıları