Paylaş
Bugün size insanlık áleminin ucuz kurtulduğu bir geceyi anlatacağım.
Olay gerçekten oldu.
Kayıtlar var ve part-time araştırmacı gazeteci olarak bunları size aktarmakla görevliyim.
Ben olmasam ne yapardınız, bunu da sık sık düşünmenizde büyük yarar var.
***
Yıl 1922.
Paris Ritz Otel'de büyük bir yemek daveti veriliyor.
Stravinsky'nin Le Renard'ının açılış gecesi için düzenlenen davetin onur konukları Stravinsky, Diaghilev ve Rus balesinin sanatçıları.
Buraya kadar her şey normal.
Potansiyel büyük bir olay çıkma ihtimaline yol açan gelişme, davetlilerin gelmesiyle yaşanıyor.
Davete erken saatlerde Marcel Proust geliyor.
Evet, bu adamdan kurtuluşunuz ne yazık ki yok. Kusura bakmayın. Bu durumdan ben de hoşnut değilim, ama şu anda yapabileceğim bir şey yok.
Siz tatmin olasınız diye tedaviye filan da gidemem.
***
Marcel böyle davetlerde, içerisi ne kadar sıcak olursa olsun kürk paltosunu katiyen üzerinden çıkarmazdı.
Marcel hem gerçekten sürekli hasta, hem de hastalık hastasıydı.
Herkes etrafta şakır şakır terlerken o kürk paltosuna sarılarak otururdu.
Hatta onunla el sıkışanlar, bu durumda bile elinin buz gibi olduğunu söylerler.
Marcel içeride bu tuhaf durumda otururken içeriye James Joyce girdi.
James smokin giymesi gerektiğini unutmuştu ve her zamanki gibi geç kalmıştı.
***
Ben bu olayı okuduğumda gerçekten bir tuhaf oldum.
Bilmem siz de yapar mısınız, ben arada bir ‘‘Şu insan ile şu, bir araya gelseler acaba neler konuşurdular’’ diye hayal kurarım.
Örneğin, Woody Allen ile Groucho Marx bir davette yan yana gelseler, acaba hangi konulardan bahsederlerdi?
Konuştukları acaba komik olur muydu?
Böyle şeyler işte.
James Joyce ile Proust'u da yan yana hayal etmeye çalıştım hep.
James Joyce okunması en zor kitabı yazdı. Ulysses'i okuduktan sonra ‘‘Anneciğim bana ne oldu böyle’’ diye bağırmayan tek bir kişi bile yoktur.
Proust aslında ilk okuyuşta anlaşılan cümleler yazdı. Onun James Joyce'dan farkı belki de buydu. Gerçi onun da cümleler toplamında ne demek istediği açık değil ama olsun.
Bazen onun cümleleri de dört metre uzunluğa ulaşıyordu. Kitabı da toplam 1 milyon 250 bin kelimeden oluşmaktaydı.
Joyce da fazla noktalama işareti kullanmazdı. Hatta kitabının son 30 sayfasında tek bir noktalama işareti bile yoktu.
Bu ikiliyi de yan yana düşünmeye çalıştım hep.
Hayalimde onlar konuşmaya başlıyorlar ve aradan dört yıl geçtikten sonra susuyorlardı.
***
İkisinin gerçekten aynı odada bulunmuş olmaları fikri bile insanda panik yaratıyor.
O geceye kadar hiç karşılaşmamışlar.
Ve kaçınılmaz gerçekleşiyor, aracılar Proust ile Joyce'u tanıştırıyorlar.
Bundan sonra olanları Joyce'un bir arkadaşına yazdığı mektuptan okuyalım:
‘‘Diyaloğumuzun büyük bölümü sadece ‘Hayır' kelimesinden oluştu. Proust bana şu ve şu asilzadeyi tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben ‘Hayır' dedim. Daveti veren ve bizi tanıştıran kişi, Proust'a Ulysses kitabını okuyup okumadığını sordu, o da ‘Hayır' dedi.’’
Joyce'a göre aralarında geçen konuşma bu kadar.
Anlaşılan Joyce, ona soru bile sormamış ve sadece ‘‘Hayır’’ kelimesiyle yetinmiş.
Büyük ihtimalle Proust'un Ulysses'i okumamış olduğuna kızmıştır, ondan soru bile sormamıştır.
***
Felaket o noktada bitmiyor.
Yemekten sonra Proust, arkadaşları Violet ve Sidney Schiff ile birlikte bir taksiye atlarlar.
Birden kapıda James Joyce belirir ve kimseye bir şey sormadan, davet edilmeyi beklemeden o da taksiye biner.
Joyce taksiye biner binmez bir puro yakar ve taksinin camını da sonuna kadar açar.
Proust'un Ulysses'i okumadığını söylemesinin öcünü almaktadır Joyce.
Soğuk havada camın açılması ve kapalı mekánda puro içilmesi, Proust için siyanür içmekle eşdeğer bir tehlikedir. Had safhada astımı olan Proust, yine de Joyce'a bir şey söylemez.
Takside Proust hiç durmadan, nefes almadan konuşmaya başlar.
Ancak Joyce'a yönelik tek bir kelime bile etmez.
Bu arada Joyce da sabit olarak Proust'a bakmakta ve hiç durmadan konuşan bu adamı izlerken purosunu tüttürmektedir.
***
Taksi Proust'un evine gelir.
Marcel inerken Joyce'a ‘‘iyi geceler’’ demez.
Arkadaşı Sydney Schiff'i bir kenara çeker ve ‘‘Lütfen Bay Joyce'a söyleyin, taksim onu da eve bıraksın’’ der.
Joyce, getirilen bu öneriyi kabul eder.
Taksi uzaklaşır.
Ve edebiyatın bu iki devi, artık tek bir kez bile görüşmezler.
***
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:
Olanlardan James Joyce'un Proust'dan katiyen hoşlanmadığı açıktır.
Ve Joyce, bir gece viskileri devirdikten sonra bu zayıf adamı ele geçirseydi, onu iyice pataklayacaktı, bu da kesindir.
Paylaş