Serdar Turgut: ‘İmkánsız ülke-3’

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Washington'daki Vietnam Anıtı, son derece muhteşem bir sanat yapıtıdır. Doksan derecelik açıyla dönüş yapan iki ucu eşit uzunlukta bir ‘‘L’’ yapar duvar.

İki duvar da bir meyille aşağıya doğru iner. Kesişme noktasında dibe vurursunuz. Çıkış için yokuş yukarı çıkılacaktır.

Siyahtır duvar. Üzerinde Vietnam'da ölmüş olan 40 bin genç insanın adı tek tek yazar.

Yakınlarının gelip çocukların adlarına dokunmaları, duvarın dibine çiçek bırakmaları çok hüzünlü görüntü sunar.

Bunları şunun için yazıyorum:

Amerika bir zamanlar, ideali uğruna ölümden korkmayan bir orduya sahipti.

İdeal ne kadar yanlış olursa olsun, cesaret ölüm korkusunu yeniyordu bir zamanlar.

1990 Irak bombardımanında Amerika yeni savaş stratejisini uygulamaya koydu.

Yeni savaş stratejisi, Amerikan ordusunun mümkün olduğunca ve hatta hiç kayıp vermemesi esasına dayalıydı.

Bir askeri örgütlenme açısından çok da gerçekçi olmayan bu amaç, aslında Amerika'daki yeni kültürel ortamla da son derece uyumluydu.

Maksimum sağlık, maksimum tedbir, maksimum uzun yaşam ve maksimum riskten kaçış üzerine kurulu bir yaşam kültürü hákim oldu Amerika'ya.

1975-1990 arasında yaşandı bu hızlı değişim süreci.

Irak savaşındaki askeri strateji, aslında bu yeni hayat tarzı anlayışının savaşa uygulanmış şekliydi.

* * *

Yaşama bu korkak bakış Amerika'ya hákim olurken, 1993 yılında ABD'nin toplumsal psikolojisini derinden yaralayan bir olay oldu.

Somali'de Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında görev yapan Amerikan askerleri, milislerle çarpışmalarında yenildiler.

Amerikan askerlerinin cesetlerinin sokakta sürüklenirken çekilmiş fotoğrafları bomba gibi düştü Amerika'ya.

O zamanlar orada görev yaptığımdan biliyorum, her kahvecide, parkta, sinema gişe kuyruğunda insanlar bu olayı konuştular.

‘‘Nasıl olabilir böyle bir şey?’’ sorusunu soruyordu insanlar.

Evet görüntü üzücüydü, ama sonuçta onlar askerdi ve olan da bir savaş ortamında o kadar şaşılacak bir şey değildi aslında.

İşte o fotoğrafların yayınlandığı gün Amerikan kamuoyu, askerlerin herhangi bir kara harekátına ne sebeple olursa olsun katılmalarına karşı çıkmaya başladı.

* * *

Bosna'da olaylar başladığında Clinton yönetimi ne yapacağını bilemez haldeydi.

Daha sonra bir fahişeyle basıldığı için görevinden ayrılmak zorunda kalan Başkan'ın danışmanı Dick Morris, Amerika'nın Avrupa'yı ilgilendiren bir olaya katiyen karışmamasını istiyordu.

Bu Dick Moris, Clinton'ı iktidara getiren ‘‘It's The Economy, Stupid’’ ‘‘Salak, En Önemli Şey Ekonominin Durumudur’’ sloganının yaratıcısıydı.

İç siyasete yönelik hiçbir eylemi tasvip etmiyordu Dick Morris.

O zamanlar Dışişleri Bakanı olan Warren Christopher ise Hırvatlar'ın yaptığı soykırımın gözardı edilmesinden yanaydı. Bunun sonuçlarının reel politik anlamda Amerika lehine olabileceğini açık açık söylemişti.

Bu arada Cyrus Vance ve David Owen da Bosna için bir barış planı hazırlamışlardı.

Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu.

Şimdi bakın, işin önemli yanına geliyoruz.

1995 Haziran ayının ortalarında Amerika bir plana imza atarak onay verdi.

‘‘OpPLAN 40-014’’ adlı bu başkanlık talimatına göre, eğer ileride eski Yugoslavya'yı oluşturan topraklarda bir kara harekátı kaçınılmaz olursa AMERİKA 20 BİN ASKERLE BU HAREKÁTA KATILMAYA TAAHHÜT VERDİ.

Clinton bu imzanın ileride kendisini zor durumlara düşürebileceğini katiyen anlamadı.

Bugünlere gelineceğini bilseydi Amerika bu plana katiyen imza atmazdı diye düşünüyorum.

Yani Amerika şu anda ne derse desin aslında bir kara harekátı kaçınılmaz olursa -ki çoktan olmuş durumda- askerlerini göndermek zorunda.

* * *

Sırplar'ı bombayla durdurmak mümkün değil.

Aslında ‘‘Arkan’’ tipi psikopatları ön plana çıkarınca sanki Sırplar'ın ruh hastası oldukları için bu katliamı yapıyor oldukları gibi yanlış bir hava yaratılıyor.

Etnik kökene dayalı ulus-devlet kurmak için mücadele eden insanların ortak özelliği, Freud tarafından ortaya atılan ‘‘Küçük farklılıkların narsisizmi’’ teorisinin tanımladığı kişiliğe tıpa tıp uymalarıdır.

Bu teoremde, insanların kendilerini farklılaştırmak için aslında hiç de önemli olmayan bazı farkları abartmaları anlatılır.

Etnik kökene dayalı ulus-devletçiler kendilerini hep başkalarına göre tanımlarlar.

Sırplar, Sırp olarak önemli değillerdir, Hırvat olmadıkları için önemlidirler.

Ortodoks Hıristiyanlık kendi içinde önemli değildir onlar için. Müslüman olmadıkları için kendi dinlerini önemli olarak görürler. Yunanlılar da bunu deniyorlar; hep bize bakarak kendilerini tanımlıyorlar.

Olaya böyle bakınca da kendi dışlarındaki her farklı insan, varlıklarına potansiyel düşman olarak görünmeye başlar gözlerine.

Şimdi unuttuk ama oradaki Müslümanlar'ın bir bölümü de İzzetbegoviç'in ‘‘Müslüman olmayanlarla ortak yaşamımız olamaz’’ teorisine uyarak bir zamanlar bu yanlışı yaptılar.

Ortak paydalar bulmaya çalışacaklarına, kendilerini farklılaştırmaya çalıştılar.

Sonuçta Sırplar ve Hırvatlar'ın cinayetleri kendi gözlerinde gayet rasyonel bir stratejiye dayanıyor.

Yaptıklarının önemli ve doğru olduğuna inanıyorlar.

Bu nedenle de karadan müdahale edilmediği takdirde olaylar bitmeyecek.

Hatta karadan müdahale edildiğinde olayların bıçak gibi kesileceğini sananlar da çok yanılacaklar.

(Yarın: Üstün insan teorisi ve Kosova)



Yazarın Tüm Yazıları