Paylaş
Diğer köşe yazarlarına bakacak olsam, aslında şu anda matemde olmam gerekiyordu.
Çünkü onların dediğine göre güya sosyal demokratlar 20 yıl sonra tekrar iktidara gelmişler. Ama benim içim rahat.
Çünkü yazarlarımız ne derse desinler, ne kadar ısrar ederlerse etsinler, ben DSP'nin aslında sosyal demokrat bile olamadığını biliyorum.
Bülent Ecevit yaklaşık son 10 yılını kendisinin sosyal demokrat olmadığını ispatlamakla geçirdi.
Dolayısıyla hükümete hâlâ şüpheyle yaklaşmakla birlikte içimde bir umut da taşıyorum.
Ecevit'e güveniyorum. İktidardayken elindeki imkânlar daha fazla olduğundan sosyal demokrat olmadığını daha da net göstererek halkımızın güvenini biraz daha fazla kazanacağına eminim.
*
Durum böyle olmakla birlikte her sıradan insan gibi benim de bu hükümetten bazı beklentilerim bulunmakta. Teşvik, banka kredisi filan beklemiyorum, çünkü Rahşan Ecevit'in küçük üretici köylüler dışında teşvik verilmesini yasakladığına eminim.
Bu saatten sonra kendimi biraz zorlayacak olsam belki küçük üretici olabilirim ama katiyen köylü olamam. Bunu istemeyin benden ne olur.
Hayatta herkesin verebileceği bazı tavizler olabilir ama bunun bir de sınırı olmalı.
*
İşte kuruluşu Osmanlı'nın 700'üncü kuruluş yıldönümüne rast gelen son sosyal demokrat iktidardan beklentilerim.
1- Yerli Mallarını Koruma Haftası tekrar başlatılsın. Bu köşeyi düzenli okuyanlar bilirler, Yerli Mallarını Koruma Haftası benim kişisel bir fobim halindedir. Çünkü sevmediğim ne kadar meyve ve sebze varsa ‘Vatanı kurtaracağım’ diye bir hafta boyunca yemek zorunda bırakılıyordum ilkokulda. Hatta daha o yaşımda sadece bu nedenle vatan haini olmayı bile zaman zaman düşündüm. Bunu yapsaydım fazla incir yedirildi diye vatana hiyanet eden ilk kişi ben olacaktım tarihte. Ceza Kanunu'nun gizli bir yerlerinde bu suçun da tanımlandığına eminim ama şimdi bunu araştıracak dermanım yok.
Allah'tan bir gün yerli malları saatine Laz olan bir arkadaş mısır ekmeği getirdi de doğru dürüst bir şey tatma şansını yakaladık. Ancak bunu da değerlendiremedik ne yazık ki, çünkü mısır ekmeğinin hemen hepsini öğretmenimiz yedi. Türk insanının belki de kaderinde var şansızlık, bilemiyorum. ‘‘Hocam biz de tadabilir miyiz?’’ diyen bir arkadaşımızı da öğretmen dövdü. Sonra onu müdüre gönderdi, çocuk bir de müdürden dayak yedi.
Sonra liseye başlayınca bu yerli malları haftası işkencesi bitti ama bu kez de Yurttaşlık Bilgisi dersleriyle aynı işkence sürdürüldü. Bu derste anayasa öğretilemiyordu, çünkü lise hayatımız boyunca neredeyse her sene anayasanın değiştirilmesi ihtimali vardı ve bu nedenle de öğretmenler çocuklara yanlış şey öğretme riskini göze alamıyorlardı.
Bunun yerine bu derste Türkiye'nin nüfusunun kaç olduğu öğretiliyordu bize. 32 milyon kişi olduğumuzu hatırlıyorum, çünkü Yurttaşlık Bilgisi hocamız her derse ‘‘32 milyon Türk el ele’’ diye bağırarak başlardı. Ben bunun üzerine hocama saygı olsun diye yanda oturmakta olan kızın elini tutmak istedim bir gün, kız bir dakika bile düşünmeden bu vatansever hareketime suratımı tırmıklayarak karşılık verdi. Bence o kız bir vatan hainiydi.
Bu arada 32 milyon sayısı da her saniye artıyordu, çünkü Türkler'in, özellikle de fazla çocuk yapmaları rasyonalite gereği yasaklanması gereken Türkler'in en iyi bildikleri şeylerden biri de inanılmaz derecede hızlı üremekti. Türkiye'de bir ‘nüfus göstergesi makinesi’ diksek Taksim Alanı'na, bunu görmek isteyen turistler bize para akıtırlar. Yakında 100 milyonu bulacağız, makine de yüksek skor yapmayı başaran tilt makinesi gibi ötmeye, ışıklar saçmaya başlayacak.
Bilimsel doğruluğa çok önem veren yurttaşlık bilgisi hocamız yılın son dersinde açılış bağırmasını ‘‘34 milyon Türk el ele’’ diye yaptı. Bir yılda skor hayli iyiydi. Skora benim neden katkım yok, ben neden böyle zavallıyım diye düşünüp yandaki kızın elini yine tutmaya kalkıştım ve suratıma bu kez de tokat yedim. Ben o zaman da çirkindim, daha da ötesi heniz daha meşhur bir yazar olmadığımdan kız elimi tutma fikrinden bile hoşlanmamıştı. O kızı daha sonra öldürmeyi düşündüm ama bunu da başaramadım. Çünkü öldürmek için ona elimin değmesi gerekiyordu. O dönemde daha pompalı silahımız filan yoktu. Kız ise elimin ona değmesini prensip itibariyle reddettiğinden öldürmem bile mümkün değildi.
Galiba konudan iyice uzaklaştım, özet olarak demek istediğim şu ki sosyal demokrasinin temeli halkın eşit ve dengeli acı çekmesine dayanır. Ben yerli malları haftası acısını küçükken çektiysem bugünün çocukları da eşit derecede neden acı çekmesinler anlamıyorum. Bu eşitlikçi işi yapsa yapsa sosyal demokratlar yapabilir.
*
Okuyuculara duyuru:
‘‘Sevgili okurlarımız.
Türkiye'deki şartlar nedeniyle sinirleri bozulan yazarımız normal durumda olmadığından yazısı sadece tek bir maddede kalmış, Anadol marka arabaların tekrar piyasaya sürülerek herkesin eşit derecede riske atılmasını talep ettiği ikinci beklentisini bile yazacak hali kalmamıştır.
Bu durum için herkesten özür diler, yaklaşan bayramınızı kutlarız.
Hürriyet üst yönetimi.’’
Paylaş