Hırtlığım tuttu ne yapayım?

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Geçen hafta son derece tuhaf geçti. ‘Gündüz insan, akşam hırt’ sendromuna tutulmuş gibiydim. Bir hafta boyunca fikir yazısı yazıp durdum. Bu nedenle okuyuculardan özür diler, geçmiş bayramınızı kutlar, gözlerinizden öperim.

‘JEYKL and Hyde sendromu’ diye bir şey var, duymuşsunuzdur.

Doktor amca gündüz normal gibidir. Gece vakti gelince ise canavarlaşır.

Bu sendromu bizim dilimize ‘Gündüz insan, gece hırt’ şeklinde çevirdiler.

Bu muhteşem çeviriyi kim yaptı bilmiyorum.

Hakkı Devrim değildir bunu yapan, en azından bunu biliyorum.

Ancak ‘Gündüz insan, gece hırt’ kavramını yaratan kişinin Groucho Marx'ı ‘Ahşak Palabıyıkyan’ diye çeviren kişiyle aynı insan olduğuna adım gibi eminim.

Bir insan için hayatta bu iki kavramı yaratmış olmanın kıvancı hayat boyu yeter.

Düşünsenize torununuz size ‘Dede lan hayatta önemli ne yaptın ki’ diye sorduğunda aranızda kaç kişi bu kavramları yaratan dede gibi İKİ önemli olay sayabilir?

Bırakın iki önemli olayı tek olay bile sayacak dede azdır. Çünkü büyük bir ihtimalle önemli olayları unutmuştur.

* * *

Neyse, asıl konumdan sapmamalıyım!

Bende bu ‘Gündüz insan, akşam hırt’ sendromu son zamanlarda sık sık olmaya başladı.

Ancak ben bu sendromu gündelik değil haftalık olarak yaşamaya başladım.

Şöyle oluyor bu: Uzunca süre normalmiş gibi yaşıyorum. Yani şimdi tabii benim normal kavramım sizlerinkinden biraz farklı.

Siz benim gibi normal olsaydınız şu anda büyük bir ihtimalle müşahade altında olmanız gerekirdi.

Ben ise serbest dolaşabiliyorum, çünkü ruh hastalıkları bilimiyle ilgili bütün çevrelerin ortak kanaati artık ‘Dönüşü olmayan çizgiyi çoktan aştığım’ yolunda.

Ama tabii buna rağmen benim bile ‘anormal’ diye tanımlanabilecek ruh hallerim hálá daha var.

Örneğin diyelim üç ay boyunca her zamanki gibi laubali, anlamsız ve Türk insanın gelişmesi amacına yönelik katiyen hiçbir olumlu katkı içermeyen, dahası belki de geriye doğru evrilmesini hızlandıracak olan yazılar yazıyorum.

* * *

Sonra birden CİDDİ olmam gerektiğine inanıyorum.

Benim hırtlaşma dönemim diye adlandırdığım dönem bu işte.

O dönem geldiğinde beni tutmanız mümkün değil.

Öyle yazılar yazabiliyorum ki o günlerde, size yemin ediyorum Hasan Cemal bile okurken bunalımlar filan geçirebilir.

Hasan Cemal'i bile sıkacak yazı yazabilmek de her babayiğidin işi değildir, bunu da yeri gelmişken hatırlatmak istiyorum.

O dönem gelince yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum.

Sonra aniden kriz bitiyor, gerçek halime dönüyorum. Şu anda okumakta olduğunuz yazı türüyle normalleştiğim sinyallerini veriyorum.

* * *

Geçen hafta da böyle oldu.

Bir hafta boyunca Balkan olaylarıyla ilgilendim.

Gazeteye yazdığım yetmedi bu konuda, evde de durmadan konuştum.

Tuvalete duvar yazısı bile yazacaktım ancak Rana izin vermedi. ‘Duvar yazısına para alacak mısın’ diye sordu. Ben de ona ‘Saçmalama ya, Hürriyet’teki yazılara doğru dürüst para vermiyorlar, duvar yazısına verirler mi allahaşkına' dedim.

Duvara slogan yazdırmadı ama bu konuda hiç durmadan konuşmama bir şey demedi. Çünkü zaten beni dinlemek gibi bir adeti bulunmadığından konuşma konularımla da ilgilenmiyor.

Sıkılması mümkün değildi yani.

* * *

O sıkılmadı da anladığım kadarıyla kamuoyunda bu ciddi yazılarım bayağı bir tepki çekmiş.

Bunu da kendi başıma ben fark edemedim. Bu dönemlerde dışardan bir uyarı gelmezse yazılarımın ne kadar vahimleştiğini kendi başıma anlayabilmem mümkün değil.

Uyarı Ertuğrul Özkök'ten -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekleri listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış kişidir- geldi.

Telefonum çaldı. Panikledim çünkü hemen onun aramakta olduğunu anladım.

Son geldiğim noktada artık beni hayatta sadece üç kişi arıyor.

Rana, babam, bir de azarlamak için genel yayın yönetmeni.

Yani sadece üç kişi arıyor, bunlardan ikisi de azarlayıp kapıyor telefonu. Babamı da ben dinlemediğimden telefonda bile fazla diyalog imkánım olmuyor.

Babam da, Rana da o anda evdeydi. Gerçi Rana zaman zaman cep telefonuyla yandaki oadadan arayıp çayının bittiğini filan söylüyor ama ikisi evdeyken onun araması büyük ihtimaldi.

Ne yazık ki doğru çıktı tahminim.

Söze aynen şöyle başladı: ‘Serdar, sende de fikir var öyle mi?’

Bilmeyenler için anlatayım, genel yayın yönetmeni ile hemen hemen aynı tarihlerde gazeteciliğe başladık.

Kısa aralar dışında hep aynı kurumdaydık. Ve o bu uzun yıllar boyunca benim herhangi bir konuda fikir sahibi olabileceğime katiyen inanmadı.

Hatta yazı işleri toplantılarında ben bir konuda aklımdakini söylediğimde bana hep gülerek ‘AAA, onun da fikri var ya!’ dedi. Yazı işlerinin diğer elamanları da bu söze hep güldüler.

Belki de psikolojik bir tepkisi var bu fikir olayına bilemiyorum.

Çünkü gazetenin hangi sayfasını açsanız fikirden geçilmiyor. Herkes son derece ciddi ve önemli şeyler söylüyor.

Allah'tan ben de yazmaya başladım da bu fikir silsilesi ortadan darbe aldı. Millet gazete sayfalarını çevirirken benim sayfaya gelince rahat bir nefes alıyor hiç olmazsa.

Genel yayın yönetmeni olsa olsa benim de fikir adamı olmamdan bu nedenle korktuğundan bana böyle davranıyordur diye düşünüyorum.

(Yarın: Psikoloğumdan bu konuda gizli mektup varmış, onu ele geçirdim.)

Yazarın Tüm Yazıları