Paylaş
Vatandaşlarımız anlama yönündeki çabalarım var gücüyle sürüyor.
Sevgili okurlarım, bu öyle böyle bir iş değil.
İnanılmaz derecede karmaşık bir iş. Çık işin içinden çıkabilirsen.
Ama ben yılmadım. Yıkılmadım ayaktayım.
Çözeceğim bu muammayı.
Bir anlam çıkaracağım olan bitenlerden, buna inanıyorum.
***
Ben bu uğraşımda Hercule Poirot yöntemini kullanıyorum. Ünlü dedektif, en karmaşık cinayet olaylarında bile çözümün derinde gizli değil, aslında apaçık suratımıza baktığını düşünürdü.
Ona göre vakayla ilgili birtakım gerçekler alt alta dizilip, ortak paydalar bulunduğu takdirde olay kendiliğinden çözülürdü.
Poirot yöntemi aslında bu kadar basitti. İşte bu yüzden de dedektif, zamanının büyük çoğunluğunu karakolda adam dövmek yerine bar köşelerinde pipo içip felsefe yapmaya ayırabiliyordu.
***
Bizim vatandaşlarımız da vaka durumundalar.
Poirot yöntemiyle anlamlı bir sonuca varabilmek ve halkı anlayabilmek için bazı gerçeklerin alt alta yazılması gerekiyor.
Bu yapılmadığı ve sadece Barış Manço'nun vefatından sonra halkın tepkisine bakarak teori yapılmak istendiği zaman inanılmayacak derecede yanlış sonuçlara varılır.
Çünkü bu halk zaman zaman böyle çıkışlar yapmakta, ancak bir süre sonra tamamen ortadan kaybolmayı da başarmaktadır.
Ben ilk kez bu şekilde yine bir acı olaydan sonra ümitlenmiştim.
TİP'li altı gencin katledilmesinden sonra, Ankara'da en azından 300 bin kişi toplanmıştık.
Yeni bir Türkiye oluşturmak için fırsat yaratılmış gibiydi sanki.
Tabii yeni Türkiye yaratılamadı. Uğur Mumcu'nun cenaze töreninde de aynı şey oldu. Yine yeni bir Türkiye yaratılacağı inancı dile getirildi o törendeki kalabalığa ve hislere bakılarak, ama yanılındı tabii ki.
Hatta denilebilir ki o törenden bugüne geçen zaman içinde Türkiye'deki ahlaki, sosyal, kültürel ve psikolojik tahribat inanılmayacak derecede hızlandı.
***
Bazen her ülkede böyle his patlamaları olur.
Ancak bunların mantıki açıklamaları vardır.
Örneğin İngiltere'de Prenses Diana'nın ölümünden sonra da müthiş bir his patlaması yaşandı.
Bunun nedeni ise basitti. İngilizler normal yaşamlarında hislerini açıkça belli edemezler.
Toplumsal yerlerde ağlamak ayılıp bayılmak onlar açısından ayıptır.
Hatta kendi aile fertlerinin cenaze töreninde bile ağlamamak için kendilerini sıkarlar.
Dolayısıyla bu kadar baskı altında tutulan hisler bir noktada açığa vurulmadığında patlama olacağı da kesindir.
Diana'nın ölümü İngilizlere bu fırsatı verdi. Hayatlarının toplam ağlamasını orada yaptılar. Ve bundan sonra bir 30 yıl filan da böyle bir şeye tekrar ihtiyaçları olmayacağı kesin.
***
Bizde tabii ki bu tür his boşaltma ihtiyacından kaynaklanmadı son durum.
Çünkü maşallah bizim toplumda hemen her gece insanlara isteri krizleri geçirtecek bir şeyler oluyor.Zaten sadece bu son duruma bakıp da karar vermek yetmiyor halkı anlamaya.
İpuçlarını birkaç ayrı göstergeden aynı anda çıkarmak zorundayız.
Şöyle ki:
1- Orhan Pamuk'un son kitabı gerçekten 100 küsur bin sattı.
2- Çarkıfelek ve Turnike programlarına katılmak için arayanların sayısı saatte 30 bine ulaştı.
3- Cumartesi akşamı Show TV'de ‘Davacı’, İnterStar'da ‘İbo ile Güllüşah’ TRT-1'de ise ‘Keriz’ filmi aynı anda oynuyordu. Bu üçü de Kemal Sunal filmiydi.
4- Yapılan araştırmalar halkın toplum yaşamında ciddiyet istediğini gösteriyor. Halka göre en ciddi gazete Cumhuriyet, en ciddi kanal ise TRT-1. Buna rağmen hafta içinde 2 numaralı gözlemimizdeki programların izlenme payı yüzde 60'lara fırlıyor.
5- Türkiye'de saçı uzun olduğu halde aşağılanmayan tek erkek Barış Manço'ydu. Diğerleri ya dayak yedi, ya ‘homo’ diye damgalandı, ya da entel züppe olarak çağrıldı.
Şimdi biraz daha düşünsek bu göstergeleri daha da artırabiliriz.
Ama gerek yok, çünkü meselemiz belli.
Bütün bunlarda insanımız hakkında verilen ipuçlarını yakaladığımız zaman muammayı çözebileceğiz.
Sorun şurada. Ben Orhan Pamuk'un kitabından keyif alan insanımızın aynı anda Çarkıfelek'ten de hoşlandığına inanıyorıum.
Bu böyle olmasaydı iş kolaydı. Türk insanının kafasını ve yaşamını nasıl olup da bu kadar fazla kompartmanlara bölüp, her şeyi yerine göre yapabildiğini anlamaya çalışıyorum ve araştırma da işte bu yüzden zor ilerliyor.
***
İşi o kadar ciddiye aldım ki sosyolojik saha araştırması bile yapmaya karar verdim.
Ben son yıllarda evden fazla çıkmayı pek sevmiyorum. Bunun çeşitli nedenleri var, şimdi konuyu dağıtmayayım.
Ancak cumartesi gecesi bir dışarıya çıkayım dedim, bu kendimi hapsetme işinde gerçekten yanlış yaptığımı anladım.
Ben dışarıya çıkmayalı anladığım kadarıyla Türk ırkında bir değişim de yaşanmış. Genç kızlarımızın ve oğlanların boyu ortalamada en azından 15'er santim büyümüş.
İyi ki bu gelişmeyi şu aralar yakaladım. Biraz daha insan görmeseydim bir süre sonra sokağa çıktığımda bunların Osmanlı değil Viking sülalesinden geldiğini bile sanacaktım kazayla.
Bir başka gelişme daha dikkatimi çekti. Genç kızlarımızın bacakları da ben görmeyeli bayağı uzamış. Veya etekleri kısalmış da olabilir, ben yanılıyorum. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki bu tür sosyolojik saha araştırması hoşuma gitti, fırsat bulduğumda bilimsel çalışmaya tekrar devam edeceğim.
Çünkü o geceki kalabalık da sonuçta vatandaş.
Paylaş