Paylaş
Dünyada yönetici sınıfların hiçbir tanesi sıradan halkı pek sevmez.
Demokrasi bir anlamda, yönetici sınıfların halktan hoşlanmış gibi davranmaya zorlanmalarının sistemidir.
Gerçi Türkiye de bilindiği üzere bir demokrasi olduğu iddiasında.
Ancak burada tuhaf bir şey oluyor.
Buradaki yönetici sınıf, halk diye tanımlanabilecek nüfusun yüzde 90'ını oluşturan kesimin, bu memlekette işlerin doğru dürüst yöne gitmesi önünde engel teşkil ettiği görüşünde.
Halk olmasaydı işlerin daha iyiye gideceğine inanıyorlar.
Bizimkilerin halktan hoşlanmış görünmeye ne istekleri, ne de bunun için sabırları mevcut.
Sıradan insanlar burada toplum mühendislerinin işlerini zorlaştırıyorlar, çünkü bir türlü istenildiği gibi davranmıyorlar.
Bugünlerde nereye baksanız, yönetici sınıflardan halk konusunda şikâyetler geliyor.
Bu anlamda da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde müthiş bir süreklilik hâkim.
Biliyorsunuz, bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlarından biri ‘‘Şu öğrenciler de olmasa okulları ne güzel idare ederdim’’ demişti.
Bu bir espri değildi. Bakan bu söylediği sözlere gerçekten inanıyordu.
Ondan önce de ‘‘Komünizm illa da gerekiyorsa bunu biz kurarız’’ diyen yöneticiler vardı. Öyle ki halkın çoğunluğu komünist olsaydı, bizimkiler banal insanların eline bu iş bırakılmaz deyip Türkiye'yi resmen komünist ilan etmeye bile hazırdılar.
***
Şimdi seçim yapılacak ya...
Tartışmalara bir bakın.
Görünürde teknik bazı şeyler tartışılıyor izlenimi veriliyor.
Ancak işin özünde yine aynı şey var.
Bizim yöneticilere göre seçimde halkın doğru tercih yapabilmesi mümkün değil.
Mutlaka yanlış yapacaklardır, münasebetsiz birilerini başa getireceklerdir.
Dolayısıyla onların özgür seçim yapabilme olanaklarını ne kadar kısıtlarlarsa, işlerini ne kadar zorlaştırırlarsa o kadar sağlıklı bir demokrasiye ulaşacağımıza inanıyorlar.
Bunun için de gereken her şeyi ve hatta gerekli objektif doğrulara ulaşılmadığı takdirde seçimi bile ertelemeye hazırlar.
İş bir kere olsun da doğru olsun tavrı içindeler.
Konuya bu şekilde baktığınızda, bu ülkede yaşamaktan dolayı oldukça şanslı olduğumuzu da görürsünüz.
Çünkü dünyada başka hiçbir ülkede yönetici sınıflar, halkın kendi iyiliği için bu kadar fazla tedbir düşünme yeteneğine sahip değildir.
***
Bu halktan bıkkınlık, geçen akşam naklen yayınlanan Objektif programına da hâkimdi.
Medya konusu tartışılacaktı. Reyting sistemi ile işe başladılar.
Özetle şu sonuca ulaşıldı: AGB şirketinin reyting ölçüm sistemi teknik açıdan doğru olabilir, ama bu ölçümler sağlıklı mıdır acaba?
Yani deniliyor ki üstü kapalı olarak ‘‘Kardeşim, bu ölçümlerde baz alınan kişiler kafayı yemişler. Bunlar Türkiye nüfus özelliklerini temsil ediyor olduğuna göre Türkiye'nin çoğunluğu da kafayı yemiş. Bu tiplerin isteklerine göre televizyon programı yapılamaz. Bırakın Allah aşkına, şu halka ne izlemek istiyorsunuz diye sorma işini’’.
Yani seyirci olmasa televizyonlar da kaliteli olacak, bilmem anlatabiliyor muyum?
***
Halkta da bir tuhaflık var.
Türkiye belki de dünyada, insanların, kendi hisleri hakkında etrafa ve daha da ilginci kendi kendilerine yalan söyleyebildikleri tek toplum.
Yine aynı programda açıklandı.
Araştırma yapıyorlar.
Okuyucuya göre en güvendiği gazete Cumhuriyet'miş.
En güvendiği kanal ise TRT-1.
Bunu söylüyorlar, sonra akşam TRT-1'i katiyen açmak akıllarına gelmiyor.
Cumhuriyet'i de satın almıyorlar.
Bu olguyu pazar günleri de kendi gözünüzle tespit edebilirsiniz. Kime sorarsanız gazetelerin pazar günü verdiği magazin eklerinden rahatsızlar.
Ama aynı kişiler pazar sabahı ilk onu okuyorlar.
O anda sorsanız ‘‘Hangi gazete size göre en iyi’’ diye, eminim ki otomatik olarak Cumhuriyet diyeceklerdir.
***
Çözüm ne.
Bence işi demokrasiyle çözmek imkânsız.
Yönetici sınıflardan ne kadar hoşlanmıyorsam, halkın da öyle harika olduğunu hiç ama hiç düşünmedim.
Televizyonlarda olan bitenin, Türk halkının büyük bölümünün gerçek yüzünü tıpatıp yansıttığına inanıyorum.
Yapılacak şey basit. Stalinist bir yöntem gerekiyor.
Zor kullanarak nüfus planlamasına gidilmesi lazım.
Buna karar vermek de öyle sanıldığı gibi çok zor bir şey değil.
Eğer bu fikre destek vermekte zorlanıyorsanız siz de benim yapmış olduğum gibi, önceki akşam haberlerde çıkan adamın hikâyesini öğrenin.
Adam işsiz. Küçücük bir evde yaşıyorlar. 14 kişiler. Bunun 12 adedi çocukları.
Son çocuklar ise daha henüz birer aylık ikizler.
Kadın, çocuk doğurmaktan manen ve maddeten bitmiş. Çocukların büyük bölümü kız.
Zincirleme çocuk yapılmasının nedeni de bu zaten; adam illa erkek olsun istiyor.
Ve sonunda adam ekrana bakıp ‘‘Devlet bize yardım etsin’’ diyor.
Olur, emrin olur ağam, hemen. Yarın ekipler yola çıkacak ve zorunlu kısırlaştırma kampanyasına sizin haneden başlayacaklar.
Çünkü AGB'nin reytinglerine karar veren nüfusa bu kadar fazla katkıda bulunan bir insanı, bu ülke de affetmemeli bence.
Paylaş