Hakan ve Hıncal

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Hakan Şükür 1995 yılında İtalya'ya gitmeden birkaç gün önce gazeteyi ziyarete gelmişti.

Bizim spor bölümündeki arkadaşlar, ‘‘Gel bak çok esprilidir, durmadan fıkra anlatır’’ deyip beni de bölümlerine çağırdılar.

Gittim. Hakan'ı gördükten sonra daha ikinci dakikada bu çocuğun İtalya'da oynamasına imkân olmadığını kavradım.

Çünkü espri diye anlattığı şeylere gülememiştim. Belki başka yerlerde daha zeki espriler yapıyor olabilirdi.

Bazen insanlara böyle oluyor. Örneğin herkes Cem Yılmaz'ın müthiş zeki espriler yaptığını söylüyor, ama bugüne kadar onu izlediğim tek bir televizyon programında bile dedikleri ortalama zekânın üstüne çıkamadı.

Hakan'da da bu sendrom yaşanıyordu belki ama o aynı zamanda henüz daha tam gelişmemiş bir çocuktu. Tavırlarıyla bunu ortaya koyuyordu.

Ertesi gün Hakan'ın İtalya'ya gitmesi durumunda hüsrana uğrayacağını, oralarda bulunmaya manen hazırlıklı olmadığını yazdım.

Yazı arşivlerde, bana inanmayan bakar.

Dediğim çıktı, çocuk evine döndü.

***

Hakan, İtalya'da bu kez de başarılı olamayacak.

İtalya'da Juventus yöneticileri ile yaptığı görüşmenin haberini dün dikkatle okuduysanız, siz de bu sonuca varabilirsiniz aslında.

Görüşmeye Juventus'un üç üst yöneticisi katılmış.

Hakan'ın yanında ise avukatı var, Galatasaray'ın temsilcisi var.

Buraya kadar her şey normal. Ama Hakan görüşmeye babasını ve amcasını da sokmuş.

Evet baba ve amca da dünya çapında olduğu iddia edilen bir sporcunun profesyonel pazarlığında bulunuyorlar.

Buna bakan Juventus başkanı, neden babaannesini, dedesini ve hatta çocuklarını görüşmeye getirmedi anlamak mümkün değil.

Bu çocuk arada geçen zamanda belki daha iyi bir futbolcu oldu, ama hâlâ daha büyük adam olabilmeye manen hazırlıklı değil.

Zaten Türkiye'den daha ayrılmadan önce yaptıklarıyla da bunu gösterdi.

Fiyaskonun neresinden dönülse yeridir, inşallah şu Juventus işi olmaz da Hakan ana evine, börekleri çörekleri özlemeye başlamadan geri döner.

***

Aslında Hakan'a teşekkür borçluyum.

Görüşmeye babasını ve amcasını sokması, bana iyi bir fikir de verdi.

Bizim gazetede toplusözleşme yok. Üst düzey yöneticiler bizlerle bireysel kontrat yapıyorlar.

Ne koparırsan onu alırsın, ama bunun için de onlarla uzun uzadıya konuşmak gerekiyor.

Ben ise onlardan sıkılıyorum ve bu yüzden de konuşmayı mümkün olduğunca çabuk bitirebilmek için ne para önerirlerse ‘‘Tamam verin, haydi bir an önce gideyim’’ diyorum.

Onlar da bu dezavantajımı sonuna kadar kullanıp beni sömürüyorlar.

Ancak bundan sonra yandılar, çünkü yeni kontrat görüşmesine ben de babamla birlikte katılacağım.

Babamı tanımadıklarından bu haberi duyduklarında paniklemeyeceklerdir. Onu tanıyınca pişman olacaklarını biliyorum.

Kendisi yalnız başına otururken yaklaşık üç saat kadar sadece boş bir duvara bakıp pipo içebilmektedir. Bu arada ne düşündüğünü soranlara ise ‘‘Hiçbir şey’’ demektedir.

Yıllar boyunca yöneticilik yaptığı şirkette işçi sendikalarıyla görüşmelere hep onu soktular.

Yıllanmış sendikacılar iki günden sonra pes edip firma ne verirse Allah razı olsun diyerekp kaçıp gittiler.

Babam o görüşmelerde de saatler boyunca sadece pipo içip, eskiden sokakta insanların kendisini durup dururken dövmelerine yol açan o bakışıyla etrafa bakmış ve insanların sinirini perişan etmişti.

***

Gelellim ikinci konumuza. Bundan aylar önce Hıncal Uluç ile aramda bir tartışma yaşanmıştı.

O dönemde Faruk Bildirici'nin Tansu Çiller'i anlatan kitabı çok konuşuluyordu.

Hıncal bu kitabı eleştiren bir yazı yazdı.

Ve ‘‘Böyle tek taraflı kitap olur mu? Çiller'in iyi denecek bir yanı yok mu? Hiç mi hasleti yok?’’ diye sordu.

Ben bunun üzerine bir yazı yazarak ‘‘Varsa sen söyle hasletlerini, biz bilmiyoruz bunların neler olduğunu’’ dedim.

Hıncal Uluç bunun üzerine tartışmayı düzeyli tutacağına belden aşağıya yumruk atmayı yeğledi. Düzeyi hemen aşağıya çekti.

Düzeyi böyle aşağıya çekince, ben de ertesi günü ona gereken dersini verdim.

Anladığım kadarıyla bu derse fena halde bozulmuş. Suçu kendisinde, tartışmadaki terbiyesizliğinde arayacağı yerde bana kızgın olarak kalmış.

Dün bir yazı yazdı. Başlığı ‘‘Tansu Çiller'in Hasletleri’’ydi

Yazı çok da edalı başlamış. ‘‘Şimdi gel bakalım sevgili kardeşim Serdar Turgut’’ diyor.

Sonunda aramakta olduğu hasletini bulmuş Tansu'nun.

Şimdi sıkı durun. Son birkaç gündür siyasi arenada yaşananlar Hıncal'a göre Tansu Çiller'in hasletli olduğunu gösteriyor.

Hıncal yazısını şöyle bitiriyor: ‘‘Bir, sadece bir tek hamle ile siyasal ölümünü hazırlayan Yalım Erez'i saf dışı etmek, Yılmazlar'ın ve Ecevitler'in nasıl kifayetsiz muhterisler olduklarını sahnelemek ve bunların önlerine bir havuç asarak, kendi emelleri için kullanabilmek eğer haslet değilse, nedir acaba.’’

Evet dostlar, sevgili okurlarım.

Hepimizin midesini bulandıran...

Tiksindiren...

Bu son olayları Hıncal, Tansu'nun hasleti olarak görüyor.

Hıncal'a üzüleyim mi bilemiyorum.

Ama bu tür yazılar yazmaya devam ederse yakında okuyucuları, aynen o çıktığı boya reklamındaki gibi şen şakrak kahkahalar atarak Hıncal'a gülecekler.

Benden söylemesi... Kardeş tavsiyesi, bilmem anlatabiliyor muyum?



Yazarın Tüm Yazıları