BU memlekette Hüsamettin Özkan adında bir insanın var olduğunu ilk keşfeden gazetecilerden biri de benim.
Bu başarımı araştırmacı gazeteci yeteneklerime, bilgime, birikimime, mesleki deneyimime, haber alma içgüdümün gelişmişliğine ama en çok da haddinden fazla sayıda ruh hastalığına aynı zamanda sahip oluşumun yarattığı mesleki avantajlara borçluyum.
Siz deyin iki, ben diyeyim üç yıl önce bir kampanya başlatmıştım bu köşede, belki hatırlarsınız.
Özetle, ‘‘Kim bu adam’’dı kampanyanın manşeti ve bu soruya cevap aramakla ilgiliydi.
Ecevit'i televizyonda ne zaman görsem hemen arkasında, omzunun hemen yanı başında aynı surat da yer alıyordu hep.
İlk başlarda bayağı korkuttu beni bu surat; çünkü açıkça söylemek gerekirse böyle bir kişinin gerçekte olmadığını, bunu kendimin hayal ettiğini düşünüyordum hep.
Yani dünyada hiçbir insan, omzunun yanı başında hep aynı kişiye yapışık olarak yaşayamaz ki, böyle düşünüyordum ve bana göre o suratı hep orada var olarak görmeye başlamam, hastalıklarımın yepyeni bir aşamaya doğru evrildiği konusunda son derece net bir işaretti de.
Sonra bir gün Ankara'ya gittim ve suratın hayatta gerçekten de var olduğunu ve aynen televizyonda görüldüğü gibi Başbakan'ın omzunun yanı başında süregiden bir tuhaf yaşamı olduğunu bizzat gördüm.
* * *
‘‘Kim bu adam’’ başlıklı kampanyam da ondan sonra başladı işte.
Adını da ondan sonra öğrendim Hüsam'ın. Aslında onun için de uzun süre uğraşmam gerekti, ya kimse bilmiyordu adını ya da bilip de bana söylemek istemiyorlardı, ama sonunda sırrı daha fazla saklayamadılar. Gerçekler uzun süre saklanamıyor, sonunda onun da ismini öğrenmem mümkün oldu.
Çok meşgul bir insan olduğu için bizzat gidip tanışma imkánım da olmadı kendisiyle.
Devletten bir talebim olmadığı için onu görme nedenim de yoktu açıkçası. O kadar meşgul olan bir insanın sadece tanışmak nedeniyle vaktini almak da olmazdı gayet tabii ki.
O aralar Hüsamettin Özkan aynen Woody Allen'ın meşhur ‘‘Bananas’’ filmindeki tercümanın üstlenmiş olduğu işlevi yerine getiriyordu.
Filmde Woody Allen yabancı bir ülkenin başkanı olarak Amerika'ya gelir, uçaktan iner ve Amerikalı yetkiliyle konuşmaya başlar.
İşin ilginci her üçü de İngilizce konuşmaktadırlar, ama buna rağmen Allen istediklerini direkt olarak yetkiliye söylemez, bunu tercümana anlatır, tercüman da bunu aynen yetkiliye iletir, iş böyle devam eder gider.
Türkiye'de de uzun yıllar boyunca bu absürd film sahnesi aynen yaşandı. Kimse Başbakan'a derdini direkt olarak anlatamadı. Hüsam herkesi dinledi, herkese bazı cevaplar verdi, işler böyle gitti.
Artık verdiği cevapların ne kadarı kendi cevabıydı, ne kadarı Başbakan'a aitti bunu da herhalde ben bilecek değilim.
Ve aslına bakarsanız bu fazla önemli de değildi; çünkü cevabı alan da veren de memnundu ve sonuçta alacağı da vereceği de olmayan bizlerin bu konuyu kafasına takması için bir neden yoktu.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
* * *
Tüm başbakan görüntülerinde suratı görülen bu esrarengiz kişiliğin adını öğrendikten sonra bende başka bir takıntı başlamıştı.
Onu da size anlatmıştım vaktiyle.
Tamam, adını öğrenmiştim adamın ama hayatta bir kerecik olsun sesini de duymak istiyordum.
Yani tamam, memleketi idare etmeye soyunanların fikirlerini bilmemeye filan alışıktık da en azından onların sesini, hem de istemediğimiz kadar fazla duyuyorduk hep.
Bu kez durum farklıydı. İsmini bile gecikmeli olarak öğrendiğimiz bir kişinin, fikirlerini ve dahası sesini de bilmiyorduk ama o hükümetin en önemli adamıydı anlatılanlara göre.
Bunun demokratik teamüllere uygun olmadığı konusunda şüphelerim de vardı ama benim dışımda kimse bu şüpheyi taşımadığından, bunu ifade etmeyi de pek istemedim açıkçası.
En azından bir yerde ses vereceğini, konuşacağını umut ediyordum Hüsam'ın.
‘‘Ne olur biz sıradan insanlara da bir ses ver Hüsam'ım, gulüm benim’’ diye çığıran nice yazılar yazdım ama nafile.
Ne yazık ki onun ses tonunu duymak bana nasip olmadı.
Onu en çok dinlemek zorunda kalan gazetelerin Ankara temsilcileri de ser verdiler sır vermediler. Hiçbir tanesi bir gün bile onun sesini teybe alıp bana dinletmedi, merakımı gidermedi.
Onların da alacakları olsun yani, bunu da yeri geldiği için ifade etmek zorundayım.
* * *
Anlayacağınız son derece abuk bir durumla karşı karşıyayız sevgili okurlar.
Varlığı uzunca bir süre resmen teyit edilmeyen, ismini bile onca zorlukları aşarak öğrenebildiğimiz, fikirlerini hiç bilmediğimiz (o siyasetçi olduğundan bizlerin zaten bu konuda fazla ısrarımız da yoktu), sesini de hiç duyma şansına sahip olamadığımız bir kişinin bugünlerde güçlü siyasi kariyerinin sona erip ermeyeceği tartışılıyor.
Böylesine bir saçmalık sadece Türkiye'de olabilirdi zaten ama olsun, vatan sağ olsun.
Yani gizli siyasi kariyere demokrasilerde ilk kez rastlandı, bunu da benim canım Türkiyem başardı. Şimdi ben bu ülke siyasetçileriyle övünmeyeyim de kiminle övüneyim bilemiyorum ki!
Resmen başlatılmadan bitirilmeye çalışılan bu siyasi kariyer sonunda belki Hüsam'ın sesini de canlı yayında duyarız.
Ve yine umarım, bu kez de playback kullanarak bizi atlatmaya çalışmaz.