TAHMİNCİ gazetecilik ekolü dün bir büyük zafer daha kazandı sevgili okurlar.
Oscar ödüllerine ilişkin altı tahminden dördünü tutturdum.
Jokerim Denzel Washington'du, onu bile tutturdum yemin ediyorum.
Rene Zellweger'in hakkını yediler, ırk politikalarına kurban edildi, rakibi siyah bir bayan olmasaydı hakkı olan ödülü o alacak ve tahmin oranım altıda beşe yükselecekti.
Ne yapayım, kader utansın.
Ve yaşasın tahminci gazeteciliğin gücü.
***
Türkiye'deki her sorunu slogan atarak çözebileceğimiz yolunda hayli yaygın olan bir inanç var ortalarda.
Turizm Bakanı Mustafa Taşar, bu yıl turist çekmek için sloganını hazırlamış bile. ‘‘Türkiye'nin ritmini yakala’’ diye söylenecekmişiz turistlere.
Bu ritmin ne olduğu konusunda umarım Bakan Bey'in net bir fikri vardır çünkü onun ne olduğu konusunda benim tek bir fikrim bile yok.
Yani turistik bölgeleri az çok bilirim ama oralarda da çok fazla sayıda farklı ritimler vardır ve yakalama işini turiste bırakırsak onlar hangi ritmi seçeceklerini anlayamaz ve şaşırıp kalıverirler ortada.
Yılın 10 ayı ‘‘Mısır Çocukları-17’’ filminin çekildiği stüdyodaki havaya benzer turistik bölgeler.
İnsanlar zombiler gibi gezer o 10 ay boyunca. Hatta ekim ayı sonu itibarıyla kahveye oturup, oradan mayıs ayı sonuna doğru çıkanlar bile olmuştur.
Bu ayrı bir ritimdir ve benim sevdiğim ritim budur. Tüm turist kardeşlerime (Araplar hariç) bu ritmi tavsiye ediyorum, pek güzel oluyor vallahi.
Tuvalete gitmek için bile iki saat kendi içinizde bir tartışma yaşamanın (tartışma dediysem de öyle fazla stres yaratıcı değil yani, sadece şimdi gitmesem olur diye düşünüp sonra konuya bir saat sonra geri döneceksiniz, bunu kastediyorum) keyfi hayli güzel oluyor, bana inanın.
Sonra mayıs sonu itibarıyla İstanbul boys gelmeye başlar ve ‘‘Mısır Çocukları’’ film seti aniden ritim değiştirir.
İlk gelen İstanbul boys genelde bar sahipleridir, aslında onların da ritmi hayli düşüktür ama onlar yüksek sesli müzik eşliğinde yaşarlar bu ritim düşüklüğünü ki bu hayli şık bir olaydır.
Daha moderndir bu ve bunun da takılanları vardır.
Ve en sonunda İstanbul girls gelir. Bunlar Virginia Slims sigara reklamındaki ‘‘You've come a long way’’ sloganını utanca sürükleyecek derecede özgür tiplerdir.
Yani o reklam metnini yazan kişiye ‘‘Ne gelmesi sen gelirken bir dönüyorduk o yollardan’’ deseler kimse onları yanlışlamaya cesaret edemez, öyleler yani.
Tatil yörelerinde onları dürbünle kuş gözlemleyenler gibi uzaktan seyrederken onlarla kış aylarını aynı şehrin çatısını paylaşmış olmakla gurur bile duyuyor insan.
Gitmesek de görmesek de orada bizim kızlarımız var işte ve Türkiye gayet tabii ki onlarla da gurur duyuyor.
Turizm Bakanı bu kızların ritmini kastediyorsa ben de ona diyeceğim ki kardeşim ne garezin var elin gavuruna karşı, bırak adamcağızları rahat, başlarını belaya sokma onların.
O da çaktırmadan Avrupa'ya düşman galiba ha!
***
Turizm Bakanı Irak bombalandığı takdirde ritimli sloganı ‘‘Gülümseyin... Akdeniz'desiniz’’e çevirerek insanları rahatlatacakmış.
Bu slogan bana gizli kamera şakaları programını hatırlattı. Hani kurbanın başına türlü belalar gelir, bir sürü olay olur, sonra programı sunan onun yanına gelir ve bitip tükenmekte olan adama bir yeri işaret ederek ‘‘Gülümse... Gizli kamera önündesin’’ der ya, işte onu hatırladım bu sloganı duyunca.
Benim hayalime şöyle bir şey geliyor. Karşıda iki Alman turist duruyor. İkisi de şişman ve evliler. Yanlarında kendileri kadar sevimsiz olan çocukları da var ve onlar da şişman.
Tam o anda gökyüzünde bir Scud füzesi beliriveriyor ve o tam Alman aileye doğru geliyor.
Bu arada süpermen gibi çevik hareketlerle ortaya çıkıveren ve aynı Almanlar kadar (belki de daha fazla) şişman olan Turizm Bakanımız onlara ‘‘Gülümseyin... Akdeniz'desiniz’’ diye bağırıyor, onlar da buna inanıp tam gülümserlerken...
Füze hedefini buluveriyor.
Bunu film olarak çekseler belki pek turist çekemeyebiliriz ama gerçekten komik bir film yapmış oluruz, bunu da bilin.