Serdar Turgut: Feci bir komplo

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Dünkü yazımı parantez içinde şu notla bitirmiştim: (Yarın: Bana yönelik bir komployu ortaya çıkardım).

Komployu bunu açıklayacağım. Açıklayacağım ki bir yazar olarak ne tür düşmanlarla mücadele ediyorum, ne tür belalarla karşı karşıyayım bunu görün.

Görün ve takdir edin biraz beni.

Hatta takdir etmekle de kalmayın, Genel Yayın Yönetmeni'ne mektup atıp, maaşıma zam yapmasını da talep edin.

***

Artık bilmeyen kalmadı, tuhaf kitapları sonuna kadar okuma takıntım var.

Ben Türkiye'deki karakollar gibi şeffafım. Onun için de zayıflıklarımı, takıntılarımı bu köşede halka duyuruyorum.

Hiç de iyi yapmıyormuşum; bu üç gün önce belli oldu.

O gün belli olan bir şey daha vardı, o da bana yönelik komplonun sadece iç Türkler'le sınırlı olmadığı, bunun dış bağlantılarının da bulunduğuydu.

New York'tan bir okuyucumdan e-mail aldım o gün. James Joyce'un yeni bir manuskriptinin keşfedilmiş olduğunu gayet ciddi bir şekilde haber veriyordu. Şimdi normal insanlar için bu haber belki bir şey ifade etmeyebilir.

Ancak benim için çıkmış yeni bir kitabı, hele o kitap James Joyce'unsa alıp okumamak imkánsız bir şey olduğundan, haberi okuyunca neredeyse kalp krizi geçiriyordum.

Bu darbe olacak gibi bir şey değildi, çünkü şu aralar Proust'a takmış olduğum için aynı anda hem Proust, hem de Joyce'un yeni kitabını okumak gibi manen ve maddeten imkánsız bir uğraşa girmem gerekecekti.

Büyük ihtimalle ikisini aynı anda okumaya çalışmamın sonunda da intihar edecektim.

***

Beni depresyondan her zaman çıkarmayı başaran Proust bile klinik durumumu daha da artırdı.

Halbuki hava da harikaydı cumartesi günü. Ama bu da bana artık bir şey ifade etmiyordu. Ha sağanak yağmur yağmış, ha güneş pırıl pırıl olmuş fark etmiyordu. Aklımda sadece iki isim vardı: Proust ve Joyce. İkisini aynı anda masamın üzerinde otururken hayal bile etmeye başlamıştım. Bu bir kábustu.

***

Rana'nın sokağa çıkıp dolaşırsam, hava alırsam belki biraz iyileşeceğim yolundaki önerisini de reddettim.

Rana beni öyle kolay kolay sokağa salmaz. Hem de ısrar ederek hiç salmaz. Onun için siz artık düşünün o anki durumumun vahimliğini.

***

Bir ara oturup vasiyetnamemi yazmaya başladım.

Ancak onu yazarken daha da depresyona girdim.

Vasiyetname yazmak, zaten kendi içinde katiyen hoş bir olay değil.

Yani yazılabilecek yazı türleri içinde insana keyif vermeyen tek şeyin vasiyetname olduğu kesin olarak söylenebilir.

Dahası ben yazarken şunu da fark ettim ki, bırakacak tek kuruş param yok. Sadece cümlelerin altını kırmızı ve yeşil kalemlerle çizmiş olduğum kitaplar var.

Derrida, Proust ve Joyce gibi yazarlardan oluşan bir kütüphaneyi aklı başında bir insanın, miras bırakılsa bile kabul etmesi imkánsız olduğundan onları da vasiyetime koyamadım.

Hiçbir şeyin bırakılmadığı bir vasiyetnamenin yazılması absürd olduğundan ondan da vazgeçtim.

***

Durum daha da vahimleşmeye doğru giderken, rasyonaliteden hızla çıkmakta olan beynimde nasıl olduysa bir şimşek çaktı. Çok eskilerde okumuş olduğum bir yazıyı hatırladım.

Edebiyat çevrelerinde özellikle bazı yazarlar hakkında sık sık doğru olmayan haberler çıkar.

‘‘Ciddi görünümlü haberlerdir’’ bunlar. Hatta son derece etkili kalemler tarafından yazılırlar ve amaçları da sadece benim gibi takıntılı insanları durup dururken heyecanlandırmaktır.

Örneğin, birden Shakespeare'in yeni bir şiiri bulundu denir.

Hayi bakalım ortalık karışır hemen.

Joyce da üzerinde en çok spekülasyon yapılan yazarlardandı, hatırladığım kadarıyla o yazıdan.

***

Hemen bilgisayarın başına oturdum.

Dedektif gibi aramaya başladım. Yahoo com'da yok bir şey. Yahu nasıl olur, yeni bir Joyce çıkacaksa tek bir kelime olmaz?

New York Review of Books'ta da yok. New York Times Sunday Books'ta da yok James Joyce'tan tek bir haber.

Abone olduğum Slate.com böyle şeyleri haber verir, orada da bu konu atlanmış.

Umutsuz bir şekilde son adresim olan Salon.com'u açtım.

Kitaplar bölümüne geldim: O da ne ‘‘The Phantom Manuscript’’ başlıklı yazı James Joyce'un yeni çıkacak kitabını anlatıyor.

Kalbim ekstrasistol geçirdi. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Korkularım gerçekleşiyordu işte, kitap gerçekten vardı galiba.

Başlarda ciddi gidiyordu haber. Tam ağlamaya başlıyordum ki şu cümleyi okudum: ‘‘Kitabın reklamını tam yapmak için oyuncak şirketi ile anlaşma yapıldı. Bir sanatçının ‘İD'inin kendini boğarkenki görünümünden oluşan oyuncak yakında piyasaya sürülecek.’’

Diğer paragrafta da, Snoop Dogg adlı rap şarkıcısının ‘‘Ho in Dublin’’ adlı şarkıyı kitapla aynı gün piyasaya süreceği yazılmıştı. Birden bir kutu Prozac ve üstüne de altı adet sarımsak tableti içmiş gibi rahatladım.

Yalandı haber, ama beni de mahvetmişti işte onca saat. Mutlaka bir şeyler yapmalıydım öc almak için. Göze göz, dişe diş. Mademki bir okuyucu o haberle beni bu hale düşürmüştü, ben de aynen yalanı köşemde yazarak okuyucularımı panikletmeliydim.

Dün bütün gün kitlesel panik yaşanmasını bekledim. Maalesef bu haber bile Türk halkını panikletmeye yetmedi, bunu da bilin.



Yazarın Tüm Yazıları