AMERİKALILAR bazı insanları ‘‘Poor White Trash’’ diye adlandırırlar.
‘‘Fakir Beyaz Süprüntü’’ olarak tanımlanan bu insanlar, genellikle sürekli park edilmiş olarak duran eskimiş karavanlarda yaşarlar, belirli bir işleri yoktur, saldırgandırlar, pislik içinde yaşarlar, kavgacıdırlar ve alkoliklerdir.
‘‘Fakir Beyaz Süprüntü’’ler aynı zamanda ırkçıdırlar, sık sık kavgalara karışırlar.
* * *
Bu ‘‘Fakir Beyaz Süprüntü’’leri düşünürken aklıma Avrupa'ya özgü başka bir kavram geldi.
Aslında aklıma gelen yeni tanımın Amerika'dakilerle uzaktan yakından alakası yok.
Ben bunlara ‘‘Rich White Euro Trash’’ adını taktım.
Yani ‘‘Zengin Beyaz Avrupalı Süprüntü’’.
Bunlar son derece düzgün insanlar ilk bakışta.
Güzel kıyafetler giyiyorlar.
2 veya 3 lisanı güzel konuşuyorlar.
Yemek ve içki zevkleri gelişmiş, iyi eğitim de almışlar.
Yani ‘‘Zengin Beyaz Avrupalı’’lar da, peki ama ‘‘süprüntü’’ tanımını neden hak ediyorlar, bunu soracaksınız şimdi.
Müsaade edin onu da anlatayım.
Onların süprüntülükleri davranışlarından kaynaklanıyor.
‘‘Zengin Beyaz Avrupalı Süprüntü’’ sol-liberal gözlüklerle bakar dünyaya. Onun için soyut kavramlar vardır; bu soyut kavramları arkadaşlarıyla uzun saatler boyunca oturup tartıştığı kafelerde düşünmüştür. Kendisine bu soyut kavramlar doğrultusunda misyonlar oluşturmuştur. Eh geçinme sorunu fazla yoktur, zaten işsiz kalacağı da pek yoktur; çünkü resmi bir kurumda görevlidir büyük ihtimalle.
Bu Avrupalı süprüntüler, dünyadaki her ülkeyi kendi ülkeleriyle karşılaştırarak değerlendirirler.
Örneğin, Türkiye'de ordunun, polisin, devletin diğer kurumlarının tavırları, ne bileyim ben bir Belçika'daki gibi olmadığı sürece Türkiye onlar için kaybedilmiş bir ülke olmakta devam edecektir.
Türkiye'yi bölmek için savaşmaya hazır bir terörist sürüsünün var olması, radikal dincilerin hazırda beklemeleri, komşularımızın Türkiye'den nefret eder durumda olmaları, radikal dincilere kucak açmaya hazır bir partinin fakirlik ve işsizlik nedeniyle en fazla oy almaya aday halde olması, Avrupalı süprüntüyü hiç alakadar etmez.
Soyut fikirler ve kavramlara inananlar böyle detay meseleleri sevmez, bu detay meseleler teorinin güzelliğini bozduğu için onları düşünmek bile istemezler.
Gerçekliği öne sürenleri de anında antidemokrat olarak tanımlarlar, kategorileştirirler.
Gerçekliği reddederek başka ülkelerden taleplerde bulunan bu insanlara Türkiye içinden de destek çok bol.
Gazetelerde de yazıyor bu destekçilerin bir bölümü.
Bunlar zannediyorlar ki, tam demokratikleşme ve Avrupa standartları tavizsiz kısa zamanda uygulandığında, kendi reddetmiş oldukları gerçeklikteki sorunlar da bir anda ortadan kalkacak.
Kafalarını kuma sokunca meselelerin, tehlikelerin ortadan kalkacağını sanan devekuşları gibi davranıyorlar anlayacağınız.
Avrupalı süprüntüler, bizim acı çekmekte olan entelektüellerimizi de kurtaracaklar teorik müdahaleleri sonunda.
Bunu umuyorlar, bunu bekliyorlar.
Hayat böyle onların düşündüğü gibi kolay olsa, keşke Türkiye'de yukarda saydığımız sorunlar olmasa; keşke demokratikleşme sağlandığında ortadan kalkmayacak, aksine daha da azacak olan gruplar Türkiye'de olmasa; keşke bize demokrasiyi getirmek için çalışmakta olan yeni misyonerlerin kendi ülkelerinde demokrasi adına bu gruplar desteklenmese, palazlanmasa; keşke bizim de komşularımız Irak veya İran yerine örneğin Hollanda veya Fransa olsa, keşke...
Keşke, keşke.
* * *
Ben Avrupalıya kızmıyorum; o en azından kendi dışındaki bir ülkeyle ilgili laf söylüyor, işini yapıyor, maaşını hak ediyor.
Ancak bu ülkede düşünen insan olarak ortaya çıkan insanlar yıllardır, hiç yorulmadan kendi yaşam biçimlerini koruma altın almış olan kurumları yıpratıp durdular.
Soyut fikirler uğruna, düzeni zor bela koruyan kurumlara vurdular da vurdular ve hálá vurmaya devam ediyorlar.
Ve hiç düşünmüyorlar ki, soyut fikirler uğruna, kendi aktif katkılarıyla bu kurumlar çökerse ilk zarar görecekler de kendileri; çünkü ilk saldırı kendi yaşam biçimlerine gelecek.
İşte ben Avrupalı süprüntüye değil de bu bizimkilere kızmaya başladım son zamanlarda.
Ve eğer bazı şeyleri korumak için Avrupa Birliği'ne üye olunmaktan vazgeçilecekse geçilecek.
Ne yani, demokratlar üzülecek diye Türkiye'yi mi riske atalım?