DÜN yazdığım yazıda Cumhurbaşkanı'nın almış olduğu villayı bu toplumda sorun yapmanın doğru olmadığını, özellikle ilkesizliği ve kokuşmuşluğu hayat tarzı haline getirenlerin bu villaya takmış olmalarını içime sindiremediğimi söylemiştim.
Kızgın yazdım o yazıyı.
Onca yıldan sonra hálá, kızgınken yazmaya başlamamayı öğrenemedim.
Kızgınken yazdığımda kendimce doğruları söylesem bile meselelere diğer tarafıyla da bakmayı başaramıyorum.
Yanlış anlamayın, objektif olma çabası değil bu, aksine ben yazarların temeli olan bir şekilde sübjektif olmalarından yanayım.
Ancak Cumhurbaşkanı'nın villası tartışması, sadece o villanın alınış biçimiyle, finansmanıyla alakalı bir olay değil.
O villa Türkiye'de ahlaki meselelerin nasıl tartışıldığıyla ilgili bir sembol aslında ve o nedenle kızgın bir şekilde olaya yaklaşırken dikkatli olunmadığı takdirde olayın ucu da kaçıveriyor.
Tıpkı dünkü yazıda olduğu gibi yani.
* * *
Şöyle ki:
Bu memlekette çok uzun yıllar boyunca ahlaki düzeyde bir istikrarlı aşağıya gidiş yaşandı.
1990'lı yıllarda bu kokuşma haline dönüştü.
Siyaset ahlaken iflas etti.
Bu ortamda Sayın Cumhurbaşkanı, bence son derece yanlış bir kararla Cumhurbaşkanı yapıldı.
Bu bir yanlış karardı; çünkü Sayın Cumhurbaşkanı bir lider değil. Türkiye gibi son derece karmaşık bir ülkenin başında, onu modern geleceklere taşıyacak vizyona da sahip değil.
Her insan lider olamaz. Büyük ihtimalle onun da böyle bir iddiası yoktu zaten, ancak bir gün aniden, Bülent Ecevit'in adam seçmedeki istikrarlı yanlışlarından bir tanesinin daha uygulanması sonucunda o makama oturdu.
Ve daha ilk günden itibaren güçlü liderlik, vizyon, orijinal politikalar yerine sadece tek bir mesaj verdi topluma.
‘‘Ben dürüstüm’’ dedi. Halkın içinden, sade bir vatandaş gibi davrandı, pazarlara gitti, ucuz alışverişler yaptı, delinen ayakkabısının altına kösele koydurdu.
Orta gelirli vatandaş olduğunu gösterdi herkese.
Aslında bu tür bir mesajın tam da zamanıydı; çünkü hükümetin politikaları sonucunda fakirleşen yığınların devlette bu tür bir atıf noktasına ihtiyaçları vardı.
Cumhurbaşkanı onlar için tutunacak bir dal, bir umut ışığı oldu.
* * *
İşte bu ortamda, bile bile yaratılan, düşünülerek ayrıntılarıyla işlenen bir imaja bu son villa işi 180 derece ters sevgili okurlar.
Cumhurbaşkanı'na saldıranlara ne kadar kızsak da bu gerçeği kendimize itiraf etmek zorundayız.
Ona saldıranlara duyduğumuz kızgınlık, bizleri dürüstlük ve ilkeli davranışla ilgili kriterlerimizi adamına göre ince ayarlamaya iterse, yani belirli tarihsel konjonktür nedeniyle sempati duyduğumuz bir insanın yanlışlarını, kızgınlıklarımız nedeniyle görmezden gelirsek o zaman da bayağı ciddi bir yanlış yapmış oluruz.
Ve benim dün yaptığım gibi bazı çevrelere karşı duymakta olduğum tiksinti, temelde dürüst olduğuna inandığım bir Cumhurbaşkanı'nın yanlışını görmezden gelmeye iterse insanı, o yanlışı sorgulamanın bile yanlış olduğunu söylemeye başlarsa insan, bu da çok sağlıksız sonuçlar doğurabilir.
‘‘Benim inandığım insan hep dürüsttür, siz ne derseniz deyin bu böyledir, hem siz kim oluyorsunuz da onun dürüstlüğünü sorguluyorsunuz’’ lafları, kızgınlığımızı azaltır belki ve bizi rahatlatır.
Ama o zaman da ‘‘sorgulama’’ kriterleri ortadan kalkar, her şey sübjektif olur ve memlekette bir gün belki bazı kuralları koyma umudu da tamamen ortadan kalkar.
Sonuç itibarıyla demek istediğim şu ki, dünkü yazımdaki hissiyata aynen sahip çıkıyorum ama yine aynı hissiyat nedeniyle yanlış yapmasını istemediğim bir insanın da yanlış yaptığında bunu görmezlikten gelmenin yanlış olacağını söylüyorum.